Terörle mücadele konusunda kaleme aldığım tüm yazılarımda, “Siyasal hesaplarla terör sorunu çözülemez” dedim ve her zaman bu iddialarımda haklı çıkmamın üzüntüsünü yaşadım. Pazartesi günü sabah saatlerinde Yalova’da DEAŞ Terör Örgütü ile girişilen çatışmalar ve sonrasında ülke genelinde başlatılan operasyonlar, bir kez daha haklılığımı ortaya koydu. Şehit ve yaralılarımızın olduğu çatışmalar sonrasında sürdürülen operasyonlarda kara çarşaflı kadınların, cüpbeli, sarıklı, sakallı çok sayıda örgüt üyesinin güvenlik güçlerimiz tarafından yuvalarından çıkartılıp götürülmelerini televizyonlarda izlerken, dehşete kapıldım. TRT’de ikinci günün sabah saatlerinde DEAŞ’lı 357 örgüt üyesinin yakalandığı belirtiliyordu.
1970-80 arasındaki sağ-sol ayrışma ve çatışmaları döneminde örgütlenmeye başlayan terör grupları, tüm siyasal kesimler tarafından birer oy potansiyeli olarak kullanılmaya çalışıldı, 12 Eylül askeri darbesine kadar terörist faaliyetler tırmandıkça tırmandı. O dönemlerde yanılmıyorsam sol örgütlerden Halkın Kurtuluşu fraksiyonunda yer alan Abdullah Öcalan önderliğindeki PKK terör örgütü, 12 Eylül 1980 askeri darbesini izleyen yıllarda Kürt hareketine dönüştürüldü. 1984’lerde Lice’de başlayan, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde kırsal alanlarda tırmanışa geçen terör eylemleri, askerimizle, polisimizle çatışmalara girdi, sivil kesimlerde öğretmen, memur, kadın çoluk çocuk demeden katliamlara girişti.
1990’larda ANAP’lı Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın ilk kez denediği “Kürt açılımı” PKK terör örgütünün şımarmasına ve eylemlerini daha da artırmasına yolaçmıştı. “Ben de bir Kürt’üm, bu devletin Cumhurbaşkanlığına kadar yükseldim” demişti. Her alanda Kürtçe konuşulmasını, yayınlar yapılmasını, hatta dersaneler açılmasını serbest bırakmıştı. Kürtçe bir takım gazeteler, dergiler çıkartılmıştı, hatta radyo ve televizyonlar kurulduğunu, ancak beklenen ilgiyi görmediğini anımsıyorum.
1999 yılında Bülent Ecevit’in Başbakanlığındaki azınlık hükümeti döneminde Türk Silahlı Kuvvetleri’nin uyarıları sonrasında Öcalan Suriye’den kaçtı, önce Yunanistan’a, oradan İtalya’ya akabinde de bir Afrika ülkesi olan Kenya’ya kaçtı, oradan da yakalanarak Türkiye’ye getirildi ve İmralı’daki cezaevine yerleştirildi ve PKK örgütünün eylemleri bir anda bıçakla kesilir gibi bitirildi.
2002 yılında iktadara gelen ve “Türkiye’nin bir Kürt sorunu vardır, bu sorunu çözeceğiz” diyen Ak Parti lideri ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın bu açıklaması ile PKK yeniden atağa kalktı. Erdoğan’ın bu açıklaması, toplumda geniş yer tutan Kürt kesiminin oylarını konsolide etmekten başka amaç taşımıyordu. Nitekim, hedeflerine doğru başarılı adımlar attıkları zaafına kapılan PKK terör örgütü de yeniden atağa geçti.
Başbakan Erdoğan’ın 2009’larda Oslo’da başlattığı görüşmeler, bu kez sadece Kürt kesimini değil, Alevi, Ermeni, Roman kesimlerini de kapsayan açılımlar ve barış sürecine dönüştürülüyordu. Bu süreçte Kürt kesiminin oylarını büyük ölçüde konsolide eden Erdoğan, siyasal gücüne güç katıyordu ancak Alevi kesimi ile adı geçen diğer kesimler, bu hesaba katılmadılar.
Ancak, Kürt kesimi de 7 Haziran 2015 seçimlerinde Selahattin Demirtaş liderliğindeki HDP’ye oylarını kaydırınca Açılım Süreci bitirilmiş, terörle silahlı mücadeleye yeniden hız verilmiş ve çok kanlı çatışmalar yaşanmıştı.
Bu süreçte Ortadoğu tam bir bataklığa dönüştü, ABD, Afganistan’da iktidarı Taliban örgütüne teslim ederek çekildi. Irak, Libya parçalandı, Gazze’de ve Filistin’de İsrail katliamları sürüyor. Suriye’de iktidar, Işid terör örgütüne teslim edildi. Ortadoğu ülkelerinden kaçan milyonlarca masum sığınmacının yanı sıra türlü terör örgütlerinin militanları da Türkiye’ye dolduruldular.
2002’lerde ABD tarafından açıklanan Büyük Ortadoğu Projesi, koşar adım hedefine doğru ilerliyordu. Türkiye’de yeni bir açılım süreci başlatıldı, PKK terör örgütü ile barış masasına oturuldu, TBMM’de komisyonlar kuruldu, güya “Terörsüz Türkiye” amacı ile İmralı’ya seferler başlatıldı.
Oysa tüm gelişmeler o kadar net gösteriyordu ki, tüm hesaplar Kürt oylarının konsolidasyonu üzerine kuruluydu ve bir kaç küçük parti dışında muhalefet partileri bile Kürt oylarını kaybetmemek için “Terörsüz Türkiye” sürecine destek veriyormuş havasına girdiler.
Ne oldu? PKK ile barış süreci sürdürülürken, komşu topraklarda, özellikle Suriye’de faaliyetini sürdüren PKK yanlısı örgütlerden itirazlar yükselmeye başladı, başta SDG olmak üzere örgütler, PKK ile başlatılan barış sürecini tanımadıklarını açıklıyorlar. Türkiye’de PKK ile hiç bir ilgisi olmayan DEAŞ tarafından terör eylemlerine girişildi.
Terör örgütleri ile silahlı mücadeleye girişelim, önümüze geleni öldürelim demiyorum. Terörün kaynağına inmek ve kurutmak gerekir. Ülkemizdeki toplumsal kesimler arasında yaygın olan dengesizlikleri, hak, hukuk ve adalet beklentilerini, sıkıntıları ortadan kaldırmak, ‘Terörsüz Türkiye’ için tek çözüm yoludur.