Bugünkü yazım aslında dünkü yazımın devamı niteliğinde olacak, o yazıdaki en önemli başlığı irdeleyeceğim.
Dünkü yazımda teknolojinin toplumlar ya da ülkeler arasındaki güç, zenginlik ve refah farkını doğuran ana unsur olduğunu anlatmış ve bu çerçevede ülkeleri kategorize etmiştim. Konu ülkemiz açısından gerçekten de önemli, çok geniş ve detaylı olduğu için tek bir yazıya sığmadı elbette, bu yüzden bu gün konuyu biraz daha açacağım.
Cevaplamamız gereken temel soru bazı ülkeler ya da toplumlar teknoloji yaratabilirken diğerleri neden yaratamıyor olmalıdır.
Bir toplumda teknoloji yaratılmasına ya da yaratılamamasına sebep olan farklar nelerdir. Bu soruya cevap vermeden önce bir kere daha hatırlatmak isterim ki teknolojiyi yaratan esasında bilimdir, bilim olmadan teknoloji yaratmak mümkün değildir.
Teknoloji Yunanca kökten zanaat, beceri anlamına gelen tekno ve bilgi anlamına gelen loji kelimelerinin birleşmesi ile oluşur, mal veya hizmetlerin üretiminde veya buna yönelik amaçların gerçekleştirilmesinde kullanılan beceriler, yöntemler, işlemler, tekniklerin derlenmesidir.
Elbette teknoloji en basit hali ile araçların yapılması ile başladı ve bu günkü karmaşık ileri teknoloji haline yavaş yavaş geldi. Burada teknolojiyi uzun uzadıya tartışmamıza gerek yok önemli olan teknolojiyi yaratan ve yaşatan ana unsurları tartışmak ki toplumların bazıları teknoloji yaratabilirken diğerleri neden yaratamıyor onu anlayabilelim.
Bu noktada şu hususa da dikkat etmek gerekmektedir teknolojinin etkinliği ve karmaşıklığı ile bilimsel bilginin derinliği ve genişliği arasında çok yakın bir doğrusal bağ bulunmaktadır. Bilimsel bilgi gelişmişse teknolojik çözümler daha verimli ve etkin olmaktadır.
Bu yüzden bilimsel bilginin neredeyse yok hükmünde olduğu insan uygarlığının ilk dönemlerinde kullanılan teknolojik araçlar sonraki dönemlere göre çok daha az verimli ve etkindir.
İşte bu noktada teknolojik çözümlerin daha karmaşık, etkin ve verimli olması ile ilgili olarak bilimsel bilginin önemi daha net olarak ortaya çıkmaktadır. Demek ki toplumlar arası teknolojik farkları anlayabilmek için toplumlar arası bilimsel bilgi üretme, depolama ve aktarma başarısına odaklanmamız son derecede yerinde olacaktır.
Uygarlık tarihi boyunca rasyonel akla ve bilimsel yönteme dayalı bilgi üretme becerisi ve arzusu olmayan toplumların teknoloji de üretemediği gözlemlenmektedir.
Bilginin üretimi en temelde etrafımızda gözlemlediğimiz fenomenlere dair bir takım açıklamalar getirme amacı taşır. Bu noktada her fenomen için rasyonel akla, gözleme ve deneye dayalı bir bilgi üretilebileceği gibi tamamen hayali bir bilgi de üretebilir. Üretilen bilginin bilimsel yöntemler ile sınanmaması ise elde edilen bilginin güvenirliliğini tehlikeye düşürür. Örneğin her insan bir yıldırım fenomenini gözlemleyebilir, göklerden büyük bir gürültü ile gelen bir ışık demetinin bir anda bir ağacı yakıp kömüre çevirmesi, bir insanı öldürmesi ya da bir binayı yıkması elbette ki dehşet vericidir. Bu gözlemi yapan birçok insan geçmişte bunu tanrıların cezası olarak algılamış, yıldırımlardan korunmanın yolunun dua etmek, kurban kesmek gibi tanrıların öfkesini yatıştıracağı düşünülen ayinlerde aramıştı. Oysa başka insanlar bunun doğal bir olay olduğunu gözlemlere dayanarak düşünmüş, deneyler ile ispatlamış ve doğanın güçlerini anlayarak bu güçlerin zararlı olabilecek etkilerinden korunmanın yollarını araştırmıştı. Sonuçta bu insanlar paratoneri bulmuş, insanlarını ve binalarını yıldırımlardan korumayı başarmıştı. Görüldüğü gibi bir anda bilim bir teknoloji farkı yaratıyor ve iki toplum arasındaki güç farkı açılmış oluyor.
İşte Mustafa Kemal Atatürk bu gerçeği gören enden liderlerden biriydi ve bu yüzden eğitim devrimi de bu gerçek üzerine bina edilmişti çözümü dogmatik dini eğitim yerine rasyonel akla dayalı bilimsel eğitimi yerleştirmekti. Atatürk bu gerçeğin farkında olduğu için “hayatta en hakiki mürşit ilimdir fendir” demişti. Ne yazık ki sonradan gelenler onun yolundan çıktı ve Türkiye bilimsel bilgi üretemeyen teknoloji yaratamayan ülkeler sınıfında kaldı.