Bir siyasetçi, bir partici değil, Türkiye ve Dünya’yı Evi, nerede ve kim olurlarsa olsunlar tüm insanları ailesinden sayan, sevgi, dostluk ve barışı savunan bir insan olarak, 12 Eylül 2025 tarihli yazımda, bir gün herkese iyi örnekler olarak gerekebileceği düşüncesiyle “CHP’yi iyi izleyin” önerisinde bulunmuştum.
Çünkü, muhalefette olmasına karşın Cumhuriyet Halk Partisi, Dünya siyaset tarihinde belki de ilk kez iktidardaki bir parti, Hükümet, sanki Hükümetin ortağı imiş gibi hareket eden bazı siyasal partiler, hukuk, adalet, güvenlik ve iletişim alanındaki bazı kamu kuruluşları ve basın organlarının büyük çoğunluğu tarafından direnilmesi çok zor bir kuşatma altına alındı.
İstanbul, Adana, Antalya büyükşehir belediye başkanları başta olmak üzere bazı ilçelerin belediye başkanları, çalışma arkadaşları, tüm uyarı ve önerilere değer verilmeyerek sabahın alaca karanlığı denilebilecek erkek saatlerde yataklarından kaldırılarak, eş ve çocuklarının gözleri önünde gözaltına alındı, birçoğuna kelepçe takıldı, büyük çoğunluğu da kaçma kuşkusu bulunduğu gerekçesiyle tutuklandı.
Bugünün ve geleceğin kuşakları adına büyük endişeler taşıdığım bu süreçte, 13 Eylül Cumartesi sabahı bana “ Yok Artık” dedirten bir haberle bir kez daha o an içinde yaşadığım zamandan ve yerden koptum.
Cumhuriyet Halk Partisi’nin İstanbul Bayrampaşa Belediye Başkanı Hasan Mutlu başta olmak üzere 47 kişi gözaltına alındı. Gerçekten “Yok artık” diyebildim, ancak içimden.
19 Mart 2025 tarihinde, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin gelecek seçimlerdeki Cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınması ve daha sonra tutuklanmasından bu yana yaşanan, daha nelerin yaşanacağı ve nasıl sonlanacağı bilinmeyen, ancak öngörülebilen süreci, zamanım, gücüm, araştırmacılığım ve olanaklarım olsaydı birkaç kitapta yazmak isterdim.
Bir kez daha yineliyorum. Bu süreç veya süreçler mutlaka yazılmalı. Ancak, akıl, vicdan, hoşgörü ve tarafsız olabilenler yazmalı. İftira, yalan, kin ve düşmanlıktan uzakta yazılmalı. Çünkü, tarihin de bir namusu var. Namusu kirletmeden yazmak ve belgelemek için iyi insan ve uzman olmak gerekir. Tarihin namusu, aslında mutlu, sağlıklı ve uzun yaşamak hakkına sahip olan tüm canlıların namusudur, onurudur.
Hep söylerim ve yazarım, sadece benim olduğuna inandığım şu sözü.
“Tarihi, tarihi yapan insanların içinden çıkan gerçek tarihçiler yazmalı. Yine eksikleri olabilir, ortaya çıkan belgelerin ve yapıtların. Ancak, en azından doğruya yakın yansır, yaşananlar, yaşatılanlar, kahramanlar, yalancılar, iftiracılar, çıkarcılar, sorunlu insanlar, tarihin namusunu kirletmeye çalışanlar.
Daha iddianamesi hazırlanamamış bir süreçte Cumhuriyet Halk Partisi’nin 17 belediye başkanını ve çalışma arkadaşlarını “100 yılın yolsuzluğu” ile suçlamak, tarihin namusuna leke sürmeye çalışmak mı, değil mi, göreceğiz, görülecek.
Daha görülecek çok şey var.
Hiçbiri, değil yurt dışına doğru, kaçmak anlamında tek bir adım bile atmayacak kadar başları dik CHP’li belediye başkanlarını, çalışma arkadaşlarını ve daha önce milletvekilliği yapmış olanları önce gözaltına almak, sonra, birkaç gece insan haklarına aykırı ortamlarda tutmak, daha sonra savcıların ve yargıçların karşısına çıkarmak, sonra ailelerinden kilometrelerce uzaklardaki hapishanelere göndermek, bilmeden veya tasarlayarak tarihin namusunu korumak mı, lekelemek mi?
Belediyeleri; siyasal görüş ve dinsel inanç ayırımı yapmaksızın, çocukların, kadınların, emeklilerin, öğrencilerin, gençlerin, ileri yaşlıların, çalışanların, işsizlerin, evsizlerin destek ve huzur bulduğu yuvalar haline getirenlere, gerçek anlamda halkçı, insancıl belediyecilik anlayışını, tüm engellemelere karşın yaygınlaştıranlara, gizli tanık veya itirafçı denenlere inanılarak ve güvenilerek yapılan işlemleri yazarken, konuşurken, siyaset, adalet, bakan, genel başkan, şiddet, tarih, namus, akıl, vicdan, leke, halk, kamu kaynakları, biber gazı, kelepçe, şafak, iftira, yalan, hakaret, tehdit, yolsuzluk, rüşvet, yargı, gazete, televizyon, yandaş, karşıt ve daha birçok olumlu veya olumsuz kelimeleri nasıl kullanacağız?
Annelerin, eşlerin, kadınların, çocukların gözyaşlarının akması için her zaman kan dökülmesine gerek yok. Acılar, baskılar, adaletsizlikler, korkular da gözyaşı üretir. Önemli olan o gözyaşlarının, umut dolu dik bedenlerden, eğilmeyen başlardan, ışığı parlak gözlerden akmasıdır.
Haydi, her yerde ve her zaman, şiddetsiz yöntemlerle, kadın-erkek birlikte, dayanışma içinde, canlı cansız tüm varlıkların onurlu, namuslu ve lekesiz tarihi için, haydi…