İstiklal Harbi’nin en ünlü fotoğraflarından biri de, Sakarya Meydan Muharebesi günlerinde, 10 Eylül 1921’de çekildi. O gün Dua Tepelere hücum eden Mehmetçik, zafere giden yolu açtı. Bu kutlu günü simgeleyen bir de fotoğraf vardı. Ancak fotoğraftaki bir ayrıntı yaklaşık 100 yıldır karanlıkta kalmıştı. Onu fark ettiğimde tarifsiz sevinçlere boğulmuştum. Çünkü bugüne kadar o detayı bize anlatan olmamıştı.
“Bir fotoğraf bin kelimeye bedeldir.” derler. Evet ama bakıp da görmek, görüp de farkı ortaya koymak lazım. Bu muhteşem karenin ayrıntılarını birlikte çözümleyelim mi?
SAKARYA DESTANI
Sakarya harbi mucizelerin geçit resmi yaptığı bir savaştı. Sadece cephemizdeki düşmana karşı savaşmıyor, daha pek çok şeye karşı mücadele ediyorduk. Yunan askerleri kralın manevi desteği ve Patrikhanenin dualarıyla Ankara üzerine yürüyordu.
Osmanlı padişahı ise cepheyi geriden ve içeriden çökertmek için Anadolu’yu ateşe veriyor, işgal devletleriyle plan kuruyordu. Tarihin en meşhur isyanlarından birine ismini veren Celali kelimesine atıfta bulunarak, vatan ve milleti kurtarmak için dövüşenlere “Kemali” diyor; çamur atıyordu.
Öte yandan sınır boyunda fırsat bekleyen Enver Paşa tehlikesi, işgalci devletlerin Anadolu’daki casusları, Karadeniz’de cephane taşıyan Türk teknelerini önlemeye çalışan işgal devletlerinin devriye gemileri, yokluk, fakirlik ve noksanlık yetmezmiş gibi, bir de başkomutan attan düşmüş; kaburga kemiklerinden ikisi kırılmıştı.
İşte bu fotoğrafta neden oturmakta olduğu sorusunun cevabı da bu talihsiz olayda gizliydi. Savaşı bu halde yönetti. Yeri geldi yatar gibi uzun oturarak çalıştı, yeri geldi savunma mevzilerini dolaştı. Nihayet Kral Konstantin’in ordusunu yeneceği zaman gelmişti. Tarih 10 Eylül 1921’di.
KARAPINAR KÖYÜ YAKINLARINDA BİR TEPE
1 gün önce taarruz için yapılacak hazırlıkları dikte etmiş, o sabah da bizzat topçu mevzilerine gidip, ateşi tanzim etmişti.
Savaşı Karapınar köyü yakınındaki boz renkli, yassı tepelerden birinde yönetecekti. Uzunluğu 100 kilometreyi bulan Türk hatlarının en sağ tarafındaydılar. Sabahın serinliğinde sırtındaki pelerinle dolaşıyordu. Sol yandaki Kara Tepe’ye baktı, sonra onun da ilerisinde bulunan Toydemir, Beştepeler ve ötelerine. Göremese de biliyordu. Türk aslanları, düşmanın üzerine atılıyordu.
Bu sırada Batı Cephesi karargâhında görevli olan Halide Edip’in gelişini gördü. Cephedeki en ince ayrıntıları yazarak bugünlere ulaşmasını sağlayan Halide Edip, rahvan yürüyen atıyla yamacı aşarken, Başkomutanın emirberi koşarak ona yanaştı:
-Paşa gönderdi, sol ayağınızı üzengiye geçirmemişsiniz.
Savaşın en ateşli anında dahi en ufak ayrıntıyı görebilecek kadar dikkatliydi başkomutan.
Ünlü yazar, atından inince Mustafa Kemal ona seslendi:
-Gelin hanımefendi, harp ediyoruz! Dua Tepe’ye hücum ediyoruz.
Türk tarihinin dönüm noktası yaşanıyordu. Asırlardır süren geri çekilme son buluyordu. Artık süngüler Doğudan Batıya doğru kesin bir hücum için ilerliyordu. Başkomutan, emirlerini yerine getirmek için açılıp yayılarak ilerleyen askerlerini dürbünüyle izliyordu. Ömrünün son anlarına kadar Atatürk’ün yanı başında bulunacak olan Başyaver Salih, tam o anda fotoğrafçıya bakıyordu. Kurmay subaylar pür dikkat çarpışmayı takip ederken, o poza girip girmemek konusunda tereddüt eden biri vardı. Belki o anda başkomutanın tarihi bir fotoğrafının alındığını biliyor, bir süre kenarda kalmayı tercihi ediyordu. Ama talihin cilvesi olarak bu tarihi fotoğrafın bir kenarında Halide onbaşı da yer alıyordu.
Aslında, bu ünlü karenin hikâyesini bize o anlatmıştı. 10 Eylül 1921 sabahı, sonradan Zafer tepesi ismi verilen o çorak düzlükte olanları, “Türk’ün Ateşle İmtihanı “ isimli kitabında kaleme almıştı:
“…Dua Tepe alınmıştı. Üstünde bir tek Türk askerinin güneşin altında ayakta durduğunu gördüm.”
Mustafa Kemal’in sırtındaki kurşuni renkli pelerin ise bir başka ayrıntıydı. Sakarya destanı sırasında omuzlarında olan o pelerin, yaklaşık 1 yıl sonra Büyük Taarruz günlerinde de zaferin tanığıydı. Başkumandanlık Meydan Muharebesi zaferle sonuçlandıktan birkaç saat sonra, Dumlupınar’da bir köy evinin damında yıldızların altında dinlenen muzaffer komutanın üzerinde, yine o pelerin bulunuyordu.
Yaklaşık 2 hafta sonra İzmir’de, neşe içinde yenen kalabalık bir yemeğin sonunda, Mustafa Kemal, üşümemesi için o pelerini Halide Edip hanıma verdiğinde, ünlü yazar, “ bunu en değerli bir hazine olarak saklayıp günü geldiğinde bir müzeye armağan edeceğim” demişti.
Şimdi bu zaferler tanığı pelerin nerede bilinmez. Ancak bu tarihi fotoğrafın çekildiği yeri biliyoruz.
Dua Tepe zaferinin kazanıldığı gün çekilen o fotoğrafın tam 102. Yılında aynı yere gidip, Sakarya kahramanlarının mukaddes hatırası önünde bir saygı duruşunda bulunabilirsiniz.
O muhteşem fotoğrafın çekildiği yerden Mustafa Kemal’in gözleriyle Dua Tepe’ye bakmak heyecan verici olmaz mı?
Milli Mücadele kahramanlarını anmak hem bir borç hem de bir ibadet değil midir? Ne dersiniz, Sakarya kahramanlarına bir borcumuz yok mu?