<strong>YİNE Mİ KADER SEÇİMİ?</strong>

12 Eylül darbesinin hemen öncesinde doğup, küçüklüğümden beri çevresinde olan her şeyi gözlemleme ve dinleme lanetine...

12 Eylül darbesinin hemen öncesinde doğup, küçüklüğümden beri çevresinde olan her şeyi gözlemleme ve dinleme lanetine sahip olmamdan kaynaklı, siyaseti çok yakından izler ve analiz ederim. Zaten Türkiye Cumhuriyeti’nin yakın tarihini anlattığım, belge roman niteliği taşıyan “Ya Sonra?” romanlarını da bu merakım sayesinde yazabildim, üçüncü cildi gelir mi? Belli olmaz. Neyse konumuz bu değil. Konu tahmin edebileceğiniz gibi 14 Mayıs 2023 seçimleri… Seçimlere iki aydan az bir süre kalmışken kafama takılan bir ifade var, “Kader Seçimi”…

Dedim ya hep siyasetle iç içeydim, kendimi bildiğim andan itibaren tüm köşe yazılarını okur, filmleri belgeselleri seyreder, siyasete öyle ya da böyle bulaşmış herkesle sohbet etmek için fırsat yaratırım. Konu dönüp dolaşır ve bu ülkenin her seçim öncesi yaşadığı olaylara, seçimlerin analizine gelir. Kim hangi seçimden bahsederse bahsetsin “kader seçimi” der. Bahsi geçen seçimin ülkenin kaderini nasıl değiştirdiğini ya da değiştireceğini anlatır. Çok değil son 30 yılı gözünüzün önüne getirin ve kendinize sorun lütfen, kader seçimi olmayan bir seçimle karşılaştınız mı? Peki, ama neden her seçim kader seçimi?

Huzur ve bolluk içinde, Cumhuriyet değerlerinin harfiyen uygulandığı, gelişen ve değişen dünyanın normlarına uygun yaşamak seçeneği neden Türkiye için hayal? Neyimiz eksik? Madenimiz mi yok, denizimiz mi? Turizm seçenekleri mi kısıtlı, genç nüfus açısından mı yetersiziz? Yoksa dünyada kimsenin yerini bile bilmediği bir ada ülkesi miyiz? Kim bilir belki de dünyanın en verimsiz tarım topraklarına sahibizdir hatta belki de coğrafi olarak sadece tek mevsim yaşayabiliyoruzdur… Olabilir. Belki hiç işgalle karşılaşmamış, küllerimizden doğmamış, İstiklal için yokluk ve yoksulluğa rağmen hiç mücadele vermemişizdir. “Bağımsızlık benim karakterimdir” diyen Gazi Mustafa Kemal Atatürk bu toplumun bağrından çıkmamış olabilir…

Elbette bunların hepsi bir ironiydi. Çok şükür her güzel şeye sahibiz. Sahibiz sahip olmasına ama aynı zamanda; kendini makam mevkii için değersizleştirmede yarışan, seçmeni sadece seçim zamanı hatırlayan ve ne olursa olsun geçmişten ders almayan siyasetçilere ya da bu zihniyetle siyasete soyunacak insanlara da sahibiz. Siyaseti bir geçim kaynağı sanan ya da kişisel ikbali ve menfaatleri için kullanan insanlar da aramızda nefes alıp veriyor. Bunu görmek, bunu bilmek için kâhin olmaya gerek yok. Siyasetçilerin devletten aldıkları maaşlar malum, gizli saklı değil, peki sadece gariban bir maaşla edinilen mallara, banka hesaplarına hatta yurt dışı bankalarında tutulduğu iddia edilen dövizlere ne diyeceğiz? Kaç kişi siyasetle ya da siyaset sayesinde zenginleşmedi bu ülkede? Bir düşünün böyle kaç kişi sayabilirsiniz 100 yıllık Cumhuriyet tarihinde? Kaç elin kaç parmağını geçmez? “Tekkeyi bekleyen çorbayı içer”, “bal tutan parmağını yalar” ve “çalıyor ama çalışıyor” gibi veciz (!) atasözü ve deyimlere sahip olan bir ülkenin siyasetinden ne bekliyoruz ki diye sorabilirsiniz, siz de haklısınız.

Birileri çıkıp refah seviyesini arttırsa, vatandaşlara güvenli ve adaletli bir ortam sağlasa, yurt dışındaki ekonomi modellerini birebir uygulamak yerine o modelleri, bu ülkenin ekonomik gidişatına, hedeflerine, kültürel ve siyasi kodlarına uyarlayıp yürürlüğe soksa kötü mü olurdu? Ülkenin sporundan, sanat dünyasına kadar her alanına, siyaset bu kadar sert müdahil olmasa, ne giyileceğine, ne yeneceğine, nasıl yürüneceğine hatta nasıl gülüneceğine siyasetçiler karar vermese, her insan kurallar çerçevesinde, kendi hayatıyla ilgili kararları kendi verse ne kaybederdik? Siyasiler, eleştirinin sadece yıkıcı bir şey olmadığını, kendisi ve ülkesi için iyiye doğru bir gidişatı başlatabileceğini anlasa kıyamet mi kopardı? Ne olurdu bir siyasetçi belediye otobüsünde işine gelip gitse? Ne olur başka bir siyasetçiyle sokaktaki pilavcıda karşılaşabilsek? Koruma ordusu olmadan vatandaş direkt olarak bambaşka bir siyasetçiye ulaşabilse, derdini anlatsa, ekmeğini paylaşsa dünyadaki oksijen oranı mı düşerdi?

Şimdi söyleyeceklerimi hiçbir partiyi kastetmeden söylüyorum ya da hepsini kastederek söylüyorum seçimi siz yapın. Ne olurdu yani bu ülkenin gençlerini dinlesek onlara kulak versek? Zihniyeti çağın gerisinde kalmış ve on yıllardır siyasetin içinde varolup pek de bir iyiliğini hissetmediğimiz insanlar “artık bizim vaktimiz doldu, evde torun sevip arkadaşlarla kıraathanelerde pişti oynayacağız, sahne gençlerindir” dese göktaşı mı düşerdi kafamıza? Tamam, siyasetin bir tecrübe işi olduğunu kabul ediyorum. Az önce bahsettiğim insanlar eğer siyasetten kopmak istemiyorlarsa, o zaman koltuklarını bıraktıkları gençlere gönüllü olarak danışmanlık veremezler mi, yol gösteremezler mi?

Bir iktidar gelip elinden geldiğince bir şeyleri iyileştirip, süresi dolunca ya çağın gereklerine uygun bir vizyonla yeniden oy istese ya da ülkeyi daha müreffeh bir hale getirecek başka bir iktidara koltuğu bıraksa, Büyük Atatürk’ün muasır medeniyetler seviyesi hedefine biraz yaklaşmış olmaz mıydık? Ülkenin en yüce kurumunda yani Türkiye Büyük Millet Meclisinde her görüş temsil edilse, en azından iktidara talip her siyasi partinin genel başkanı, televizyon ekranlarında, milletin gözü önünde tartışabilmeyi becerse pişmiş aşa su mu katmış oluruz?

Soruları uzatmak mümkün, hatta belki sayfalara sığmayacak kadar sorunuz, sorumuz var ama asıl önemli olan soru, yazının ana konusu… Yazıda sorduğum her sorumuzun cevabı olumlu olsa, her seçim kader seçimi olmaktan çıkar mıydı çıkmaz mıydı? Bu ülkenin, kader seçimlerinden kurtulup hep daha iyiye götürecek seçimlere ihtiyacı yok mu?

Kalın sağlıcakla…

F. Besim Kavukçu