<strong>GÜZELLİKLER…OLUMSUZLUKLAR…TAKDİR ETMEK…ALKIŞLAMAK…UYARMAK…UYARMAMAK…

Güzellikleri veya daha ağır kelime kullanmadan söylemek isterim, olumsuzlukları yaşamak veya görmek için varsa evinizin balkonundan, bahçeye, parka, sokağa veya caddeye bakmanız, bazen yeterli olabilir.

Güzellikleri veya daha ağır kelime kullanmadan söylemek isterim, olumsuzlukları yaşamak veya görmek için varsa evinizin balkonundan, bahçeye, parka, sokağa veya caddeye bakmanız, bazen yeterli olabilir.

Bazen bunları evinizin içinde de yaşayabilir, görebilirsiniz.

Güzelliklerden birkaç örnek vermek isterim.

Tek başlarına veya birkaç kişi birlikte olan, gözleri gülen, sakalı, kırışıklıkları yakışan, çevrelerine güneş ışığı gibi bakan; kadın, erkek, farklı yaş, farklı renk, farklı giyim, farklı beden. İnsan, insanlar.

Böyle insanların tek görünseler de, aslında iki kişilik olduklarına inanırım. Bir kendileri, diğeri görünmez olan. Gözlerindeki yaşama sevincini, parlaklığı üreten, çevrelerine güzel bakmalarını sağlayan bir güç. Umut. Doğru yazdım, içlerinde yaşattıkları, yitirmedikleri umut.

Toplu taşıma araçlarında, gerek duyanlara yer veren, yer verirken, gözlerinde ve hareketlerinde canlılıkları, içtenlikleri rahatlıkla görülen insanlar. Yine kadın, erkek ve her yaştan.

Bir sıkıntı yaşayan olursa hemen yetişen insanlar. Günaydın, iyi akşamlar, selamünaleyküm diyen, kendi kültürlerine ve dillerine göre selam veren canlar. Tokalaşanlar, kucaklaşanlar.

Sokakta yaşayan hayvanları seven, asıl anlamı ile insanların ortağı olan canlara su ve yemek veren, onlara tekme, taş veya sopa ile acıyı, korkuyu tattıran değil, onları yumuşak elleriyle okşayan ve dostluk gösteren kadın-erkek insanlar.

Sokakta, kalabalık yerlerde sigara içmeyi hiç doğru bulmam. Hatta çok yanlış bulur ve şiddet olarak algılarım. İçse de, bir şeyler yese de, izmaritleri ve çöpleri yere değil, çöp kutularına atan insanlar, kadın-erkek.

Farklı siyasal görüş ve farklı dinsel inançlara sahip olanları, kardeşi gibi dostlukla kucaklayan, merhaba diyen insanlar.

Sanıyorum, evlerinde, okullarında, iş yerlerinde büyüttükleri sevgiyi topluma taşıyorlar, hepimizle paylaşıyorlar.

Böyle insanların, ülkemizi ve dünyayı, sevgi, şefkat, hoşgörü, saygı ve dostluktan oluşan bir cennete dönüştüreceklerine, yeryüzündeki cehennem örneklerini, şiddetsiz yöntemlerle ortadan kaldıracaklarına içtenlikle inanıyorum.

Çünkü, bu insanlar, anne, baba, büyük anne, büyük baba, nine, dede, kadın, erkek, gönül annesi, gönül kardeşi, gönül babası, amca, teyze. Tümü de mutluluğu, sevinci, acıyı, korkuyu, birçok güzel veya güzel olmayan duyguyu mutlaka yaşadı. Güzel insan olmayı başaran insanlar.

Böyle insanları gördükçe, biraz çekinerek alkışlarım, teşekkür ederim, yüreğimle kucaklarım. Kutlarım kendilerini. Biraz çekinerek dememin nedeni şu. İleri yaşa ulaşmış insanların bilinçli konuşmalarına ve davranışlarına toplumun bir kesimi doğru, hatta, çoğunluk, örnek alınması gereken sözler ve davranışlar olduğuna inansa da, bazılarımız, özellikle daha genç olan insanlar farklı algılayabilir, farklı dillendirebilir. Bunun için “acaba” dedim.

Bu satırların yazarı hiç “acaba”demedi. 80 yaş rakamına kesinlikle ulaşan bir gönüllü, emekli ve yazar olarak bazı arkadaşlarımın “yapma” demelerine karşın, yukarıda değindiğim olumlu yaklaşımların sahiplerine takdirlerimi ifade ettim, ediyorum.

Arkadaşlarımın bazıları olumsuz davranışlara karşı yumuşak, şiddetsiz tepkilerime, uyarılarıma, kavga çıkar kaygısı ile karşı çıkıyorlar. Yaşantım boyunca hiç kavga etmemiş bir insan olarak arkadaşlarımın “yapma” anlamı taşıyan karşı çıkışlarına uyamıyorum.

Örneğin, yere çöp veya sigara izmariti atanlara, o anki duruma göre genelde şunları söylüyorum.

“Yere izmarit ve çöp atmanız size hiç yakışmadı. Hem ciğerinizi, hem memleketinizi kirletiyorsunuz. Çevrenizi dumana boğuyorsunuz, zehirliyorsunuz. Yaptığınız bir şiddet. Sigaraya ayırdığınız zamanı bir daha bulmayacaksınız, duman doldurduğunuz ciğerinizi ileri yaşlarda aynı göremeyeceksiniz. Yanınızdaki eşinizi, çocuğunuzu zehirliyorsunuz. Çocuklara kötü örnek oluyorsunuz.”

Düşünün, ders aralarında, okulların önlerinde sigara içen ve izmaritleri yere atan kadın-erkek öğretmenleri. Ne olumsuz değil mi? Bunları, diğer öğretmenler, öğrenciler de görüyor. Bu insanlar, acaba, diğer öğretmenlerin ve öğrencilerinin yüzlerine nasıl bakabiliyorlar!

Bu yazıyı Gazeteme gönderecek hale getirdikten sonra, Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfının önderliğinde yürütülen 30. Adalet ve Demokrasi Haftası etkinlikleri kapsamında, Başkanı olduğum Şiddetsiz Toplum Derneği’nce düzenlenen ve “Hedef; Şiddetsiz Türkiye ve Dünya” konulu söyleşiye katılmak için otobüs durağına gittim. Kapalı durakta 20’li yaşlarda iki genç var. Gençlerden kadın olanı sigara yaktı. Sağında oturan erkek genç gerçekten duman altında kaldı. Erkek yerinden kalkarak adeta dumandan kaçtı. Her zaman yaptığım gibi, genç kadını uyardım. Ne yaptım der gibi yüzüme baktı ve eliyle de sanki ne yaptığını söylememi ister gibi bir harekette bulundu. Kendisine açık ve kapalı duraklarda sigara içmenin yasak olduğunu, bunu bilmesi gerektiğini, yanındaki genci zehirlediğini ve bu nedenle o gencin kaçarcasına oturduğu yeri terk ettiğini söyledim. Yüzü gergindi, daha da gerginleşti. Mutsuz olduğu belli idi. Yasağa uymamış, yanındaki insana zarar verdiğini algılayamamıştı. Hani sigara içmek insanı rahatlatıyordu. İşte, eğitim; eğitim olsaydı o durakta bu örnek yaşanmazdı.

Bu nedenle, güzellikleri, iyi örnekleri alkışlarla, teşekkürlerle karşılamak, olumsuz örnekleri de nazikçe uyarmak alışkanlığımı sonlandıramıyorum.

Aile veya okulda eğitim politikamız gerçek eğitim olsaydı, insan soyu bu, benzer veya daha ağır olumsuzluklar yapar mıydı? Kadın-erkek; doktor, avukat, gazeteci, yargıç, savcı, polis, asker, din görevlisi, memur, işçi, esnaf, işveren, emekli, ülkesini, bahçesini, sokağını, caddesini, okulunu, iş yerini kirletir miydi? Sokakların, caddelerin güzelliklerdir iş yerleri ve esnaflar. Kapıda içip, yiyip, izmariti veya çöpü insanların geçtiği yerlere geliş güzel atan esnafları, çalışanları, kamu görevlilerini görünce nasıl uyarmayacağız, hayret.

Onların yöneticileri, sendikaları, odaları, baroları, dernekleri, federasyonları, konfederasyonları var. İnsana, hayvana ve çevreye yönelik şiddeti konuşurken, üyelerini veya mensuplarını uyardıklarına hiç tanık olmadım, bunca yıldır katıldığım etkinliklerinde, toplantılarında. Hatta bu toplantılar insan, hayvan ve çevre haklarına ilişkin olduğu halde.

Eğitim, gerçekten eğitim olsaydı, bu olumsuzluklar yaşanmazdı. Hepimize, böyle olumsuzluklar karşısında nasıl bilgilendirme yapacağımız ve nasıl uyarıda bulunacağımız öğretilirdi. Uyarılanların da, uyarı karşısında nasıl davranmaları gerektiği de.

Nitekim, yaptığım uyarılara, hak verenler ve hemen davranışlarını değiştirenler de çok oluyor, yüzünü asan ve belli ki kızanlar da yok değil.

Dedim ya, eğitimimiz; eğitim, eğitenlerimiz de; gerçekten eğitimci, öğretmen, eğitim yöneticisi olsaydı, olumsuzluklar yok denecek kadar az veya gerçekten sıfır olurdu.

Eğer, ülkemizde ve dünyanın her yerinde eğitim; gerçek eğitim düzeyine çıkarılamaz, insan soyu aklını ve vicdanını iyi kullanamazsa, sıfır hata ile yaşamamız gereken kocaman dünyamız, temiz, güvenli ve yaşanabilir olmanın sıfırına doğru gitmesini sürdürebilir.

Dünyanın sıfıra doğru değil, sevgi, dostluk, demokrasi, adalet, güvenlik ve barışın eksiksiz yaşandığı bir cennet olmaya doğru gitmesi için iyiler, yanlarında umutla birlikte yaşayanlar, önce ülkemizde, sonra dünyada bir araya gelmeliyiz, örgütlenmeliyiz ve aramızda güçlü iletişim yöntemleri kurmalıyız.

Haydi, anneler, babalar, kadınlar, erkekler. Sorun da, çözüm de insan soyunda. Siz sorun üreten değil, çözüm üreten ve yer küreyi, uzayı, gezegenleri cennet haline getiren güçler olmalısınız.

O güç, o yürek ve o umut sizler de var. Yüzlerinizi görmediğim, isimlerinizi bilmediğim halde, buradan görebiliyorum. Sizler, kendinize tam yakınsınız. Sizdeki bu gücü çok kolay görmelisiniz.

Haydi, güçlü ve umutlu sizler!..