Stratejilerin Zaferi Sakarya

1.Bölüm

 Anadolu tarihinde 1921 yılı, savaşlarla doluydu. Kuşkusuz bu savaşların en önemlisi Sakarya Meydan Savaşıydı.

Peki savaş giden yolda neler yaşanmış, zaferi hangi stratejiler getirmişti?

 Yunan istila ordusu, İnönü savaşlarındaki yenilgilerin ardından, bütün gücünü toplayıp, Türkiye’ye saldırarak, Anadolu meselesine kesin bir son vermeye karar vermişti.

Yunan Kralı şenliklerle Anadolu’ya yolcu edilmiş, Ankara’nın alınmasını hedef alan Anadolu Seferi başlatılmıştı.

 O günlerde Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal Paşa’nın, not defterine kendi el yazısıyla kaydettiği şu cümleler, bu sonuca yol açan sebebi net bir biçimde açıklıyor.

“ Harbi Umumi memleketimize bir mağlubiyet tevcih etti. Düşmanlarımız bunu vesile ittihaz ederek milletimizi imha etmek istediler. Buna karşı vukua gelen galeyan-ı milliye Ankara, muazzam bir sahne oldu.”

           Bir başka ifade ile dünya savaşının galipleri, ödüllerini almak için Sevr anlaşmasını uygulamak istiyor, ancak Ankara hükümeti Misakı Milli’de diretiyordu

“Ankara’yı dize getirmek gerekiyordu”

          Büyük devletler için Anadolu meselesini Yunanistan halledebilirdi.  Türkleri Sevr’e mahkûm edecek bir güç olarak görülüyordu, Yunanistan. Önce Venizelos hükümeti, sonra yeniden tahta geçen Kral Konstantin ve hükümeti de bu fırsatı kaçırmak istemiyordu.  Büyük Yunan ülküsü hayalleri süslüyordu.

Kral, “ Ankara’ya, ileri!” emrini verdi.

          10 Temmuz 1921’de ileri yürüyüşe başlayan 136 bin kişilik Yunan ordusu karşısında, henüz kuruluşu tamamlanmamış Türk Ordusu’nun 97 bin mevcudu vardı.

  15 Temmuz’da çarpışmalar başladı. Kütahya ve Eskişehir civarında aralıksız 8 gün süren savaşmaların sonunda ağır kayıplar veren Türk ordusu, Sakarya nehrinin doğusuna çekilerek, daha güçlü bir hatta derlenip toplanmanın yolunu aradı.

  Bunun üzerine Meclis’te, kaybedilen toprakların sorumlusu aranıyor, yenilen ordunun nasıl düşmanı durdurabileceği tartışılıyordu. Muhalif sesler güçlenmiş, hesap sormak istiyordu.

Gordion Önlerinde Düello

Tarihin en uzun meydan savaşına giden yol böylece Ankara önlerinde düğümleniyordu. Tıpkı Gordion efsanesinde olduğu gibi, Anadolu meselesi, aynı yerde kördüğüm olmuştu. Kehanete göre, sabırla davranıp düğümü çözen Anadolu’nun hakimi olacaktı…

Yunan Küçük Asya Ordusu, Kütahya ve Eskişehir savaşlarındaki başarıdan ötürü büyük bir özgüvenle ilerliyor; Büyük İskender’in yaptığı gibi kılıcına güveniyordu.

Meclisteki çetin tartışmaların ardından olağanüstü yetkilerle başkomutanlık görevini üstlenen Mustafa Kemal ise, bin bir güçlük içindeydi. Milleti ve vatanı karanlıklardan çekip kurtarmak için sabırla düşünüp, yokluklar içindeki orduyu ayağa kaldırmak zorundaydı.

         Başkomutanlık meselesi tartışılırken, bir grup milletvekili onun bu en kritik dönemde başa geçerek, üstün düşman kuvvetleri karşısında yenileceğini tahmin ediyor, böylece Mustafa Kemal’den kurtulmayı ümit ediyordu.

         Başkomutanın karşısında sayıca üstün ve iyi donatılmış bir düşman ordusu, arkasında fırsat kollayan muhalifler vardı. Dahası, İstanbul’daki hükümet de onun ve Milli ordunun aleyhindeydi.

Mustafa Kemal ile Konstantin’in düellosu işte bu şartlar altında başlıyordu. Yoksa İngilizlerin desteklediği kral mı demeli?

ZAFERİN STRATEJİSİ

Temmuz sonuna doğru Yunanistan’da yayınlanan Patris gazetesi şaşırtıcı bir tespit yapıyordu: “ Bizim planlarımız ve generallerimiz varsa, unutmamalıyız ki Türkler de yetkin komutanlara ve planlara sahip. Mustafa Kemal Paşa dünya savaşının doğurduğu bir dahidir. “

 O dahi, dehasını göstermek için fazla beklemeyecekti…

 Gelin, zaferi getiren 3 kritik hamleyi yakından inceleyelim:

1: RİCAT/GERİ ÇEKİLME

 Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Kemal Paşa, 18 Temmuz’da Batı Cephesi karargâhına gidip durumu inceledi.

            Yaklaşık 10 yıldır büyük savaşlarda deneyim kazanmış, her ölçekte birliğe kumanda ederken, bu gibi durumlar yaşamıştı.

“ Orduyu düşmana ezdirmemek için, Sakarya nehrini doğusuna kadar çekilmek gerek” dedi.

Bunu yaparken Kütahya’dan başka Afyon ve Eskişehir gibi büyük toprak parçalarını düşmana bırakmak gerekecekti.

 “ Askerliğin gereklerini duraksamadan yapalım, diğer sakıncalara karşı koyarız.”

Askerlik hayatında ricat, yani geri çekilme harekâtlarını birkaç kez tecrübe etmişti. Bunun ne kadar zor olduğunu biliyor, ama askerlik sanatının en başarılı uygulayıcısı olarak, bu hareketin sonrasında hem elindeki kuvveti koruyor, hem de zamanı geldiğinde çekildiği yerlerden daha ötelere bayrağı dikmeyi başarıyordu. Geri çekilme sırasında düzenin bozulmaması için en son birlik cephe hattından ayrılana dek bizzat düşmana en yakın noktada durup, askerlerinin geçişini izlediğini Kulp boğazındaki tecrübeden biliyoruz.

           Dünya savaşı sırasında başka cephelerde de ricat harekatını başarıyla uygulamış olan Mustafa Kemal, yine en buhranlı zamanda cepheye varmış ve on binlerce kişiye nefes alacak zaman kazandırmıştı. Aslında bu, sadece ordunun değil, milletin kendisinin nefes alması anlamına geliyordu.

 Türk ordusunun, savaşı istediği yerde kabul etmesi en kritik hamleydi. Böylece hem eldeki kuvvetler kaybedilmemiş, hem de düşmanın hareket üssünden uzaklaşması sağlanmış oldu.

 Mustafa Kemal Paşa’nın da Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa’nın da sık sık ifade ettiği gibi, Yunan ordusu ilerliyordu ama, Anadolu’nun içleri onlara mezar olacaktı. İstila ordusu Ankara’ya doğru yaklaştıkça ikmal yolları uzayacak, aksamalar yaşanacaktı.

 2: TEKALİFİ MİLLİYE

           Türk ordusu zorlu bir çekilmeden sonra Sakarya nehrinin doğu tarafına yerleşirken, savaşçı sayısı yarı yarıya azalmıştı.

 Şimdi Başkomutan’ın sihirli bir değnekle okunması lazımdı.

 Mustafa Kemal, olağanüstü şartlarda olağanüstü tedbirlerle işe başladı. Topyekûn bir savaş yapılabilmesi için olağanüstü duruma, olağanüstü bir çözüm bulacak, milletin gücünü ordunun gücüne katacaktı.

 Milli sorumlulukları belirten ilk emrini yayınladı. Her ev Mehmetçiği donatmak için, çorap, çamaşır ve çarık verecek; elindeki malzemenin yüzde 40’ını bedeli savaştan sonra ödenmek için orduya teslim edecek ve taşıma işlerinde görev alacaktı. Ertesi gün 5 emir daha yayınlandı. Bulunabilecek ne varsa millet ordusunu onunla donatacaktı. Böylece savaş, sadece cephedeki askerin değil, çok uzaklardaki köylerde yaşayan anaların, babaların ve hatta çocukların da savaşı oluyordu. Millet, her şeyiyle büyük çarpışmaya hazırlanıyordu. Bu topyekûn bir savaştı.

 Yokluklar savaşı Sakarya, noksanlıkların iman ve azimle telafi edildiği bir milli imtihan olacaktı. Kağnıyla kamyon yarışacak, çeliğe karşı kemik, mermiye karşı süngü kullanılacaktı.

 Tekalifi Milliye, topyekûn savaş kavramının temel direğiydi. Evinde çorap ören ya da kumaş dokuyan bir kadın, ürettiği giysinin cephedeki bir askeri donatacağını biliyor, her ilmekte, her düğümde benliğiyle savaşa iştirak ediyordu.

 O günleri yaşayanlar, halkın elinde nesi varsa, erkenden toplama merkezlerine gidip, orduya verdikleriyle küçük tepecikler yarattığını gözyaşlarıyla anıyordu. Halkın gücü, ordunun gücüne katılıyordu…

          Milli Yükümlülükler, Sakarya destanının zafere giden yolculuğunda sihirli bir dokunuştu. Başkomutan şimdi gözünü cepheye çevirecekti…

(Devamı yarın ikinci bölümde)