Cumhuriyetimizin 100 yılını kutlamaya hazırlandığımız bu günlerde ne yazık ki cumhuriyetimizin niteliklerine dair bir kavram kargaşası hala ortalığı bulandırmakta ve vatandaşlarımızın kafasını karıştırmaktadır.
Bakınız şu hususu hiç mi hiç unutmamak gerekir: Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk tam anlamıyla bir Türk Milliyetçisiydi, hem Türkiye Cumhuriyeti Devletini ve hem de Cumhuriyet Halk Partisini Türk Milliyetçiliği ideolojisi üzerine bina etmişti.
Milliyetçi ideoloji yahut da dünya görüşü en temelinde milletin egemenlik haklarına sahip olmasını talep etmektir. Kurtuluş savaşının daha başında 23 Nisan 1920'de Sinop milletvekili Şerif Bey'in açılış konuşmasında sarf edilen; “Milletimizin dâhili ve harici istiklâl-i tam dâhilinde mukadderatını bizzat deruhte ve idare etmeye başladığını bütün cihana ilân ederek Büyük Millet Meclisi’ni açıyorum.” Sözü hedefi baştan ilan etmiştir.
Hemen sonrasında 20 Ocak 1921'de kabul edilen Teşkilatı Esasiye Kanununun ilk maddesi: Madde 1- Hâkimiyet bilâ kaydü şart milletindir. İdare usulü halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına müstenittir. Hükmü ise yeni dönemde egemenlik hak ve özgürlüklerinin millete ait olacağını son derecede açık ve net olarak göstermiştir.
Egemenlik hakkının başında da kural koyma, kanun ve bütçe yapma hakkı gelmektedir. Bu hakların millete ait olmasını savunmayan kişiye yahut da dünya görüşüne asla milliyetçilik adı verilemez.
Esası itibari ile milliyetçi dünya görüşü milletin her bir ferdinin egemenlik hakkına ortak olmasına sahip çıkar, milliyetçi ideolojinin en temel amaç ve hedefi budur, bu olmalıdır.
Bir milletin her bir ferdinin egemenliğin paydaşı olması, alınacak kararlarda, konulacak kurallarda ve yapılacak kanunlarda söz söyleme hakkı olması ise ancak ve ancak demokratik rejimlerde mümkündür.
Bir kişi için egemenliğin paydaşı olmak ancak demokratik rejimlerde mümkündür; çünkü sadece ve sadece demokrasilerde vatandaşlar kararlara katılma yahut da katılmama hakkında söz sahibi olabilirler.
Milliyetçi sistemlerden önce yerküreye hâkim olan dini sistemlerde ise bırakın sıradan vatandaşları, insanların dahi kanun yapma, kanunları değiştirme ve kural koyma hakkı yoktur. Bu tip sistemlerde kanunların muhayyel ilahlar tarafından yapıldığı ve uyulması için insanlara tebliğ edildiğine inanılır, ister yönetici olsun isterse de yönetilen herhangi bir kişinin bu kanun ve kurallara müdahale etme hakkı asla yoktur.
Dini sistemlerde yöneticilerin asli görevi kanun yapmak değil, insanların ilahlardan geldiği iddia edilen kanunlara harfiyen uymasını sağlamaktır. Sistem uyarınca bu görevi ilahların o yöneticilere tevdi ettiğine inanılır. Yöneticiler ise sıradan halk arasından değil ilahlar tarafından seçildiği iddia edilen özel kişi ve aileler arasından belirlenir. Sıradan vatandaşların sadece kural koyma kanun yapma hakkı değil kimler tarafından yönetileceklerini belirleme hakkı da yoktur.
Kanun yapma ve kural koyma hakkı olmadan bir demokrasinin varlığından bahsetmek nasıl mümkün değilse, milliyetçi ideolojinin varlığından da bahsetmek asla mümkün değildir. İşte tam da bu yüzden milliyetçi ideoloji ancak ve ancak demokratik sistemlerde kendine yer bulabilir.
Ne yazık ki birçok kişi için milliyetçilik demokrasinin olmadığı, otokrat yönetimleri çağrıştırır hale gelmiş yahut da getirilmiştir. Oysa bu çok ama çok yanlış bir bakış açısıdır diktatörlüklerde yahut da otokrasilerde bir milleti oluşturan sıradan vatandaşların söz söyleme, karar verme yahut da kanun yapma hakkı bulunmaz, böyle bir sistem ile milliyetçiliğin uyuşması nasıl düşünülebilir?
Benzer bir şekilde milliyetçilik saltanatlar ile de anılır olmuştur buda son derecede yanlış bir bakış açısıdır. Bir toplumda saltanat varsa o toplumda milli egemenlikten bahsetmek mümkün değildir. Milli egemenliğin olmadığı bir sistem de ise milliyetçilikten ve milliyetçi ideolojiden bahsetmek son derecede mantıksızdır.
Eğer bir milliyetçiyseniz; bir milletin egemenlik hakkını savunmanız gerekir ki, bu sultanların, kralların, hanların, padişahların, imparatorların yahut da çarların egemenlik hakkına ve iktidarlarına karşı olmayı gerektirir. Bütün milliyetçi sistemler ve demokrasiler beni tanrı seçti, bu yüzden egemenlik benim hakkım diyen asillerin iktidarına karşı savaşılarak kurulmuştur.
Eğer bir milliyetçiyseniz; bir milletin egemenlik hakkını savunmanız gerekir ki bu hakların başında da yasa yapma kanun ve kural koyma hakkı gelir bu durumda ilahi olduğu iddia edilen sistemlere ve iradelere karşı çıkmanız, laik yahut da seküler olmanız gerekir.
Sonuç olarak eğer bir milliyetçiyseniz seküler ve demokratik bir rejim dışında herhangi bir rejimi savunmanız, son derecede mantıksız ve milliyetçi ideoloji ile çelişik bir durum olacaktır.
Evet, bende biliyorum, birçok çevrede milliyetçilik denilince demokrasinin olmadığı Hitler, Franko ve yahut da Mussolini rejimleri ilk akla gelenler oluyor. Bu rejimler tarafından işlenen insanlık suçları hepimizin hafızalarında taptazeyken, milliyetçiliğe sempatik bir gözle bakmak bazıları için mümkün olmuyor. Oysa bu rejimlerin tamamı diktatörlüktür ve bir diktatörlüğün niye milliyetçi ideolojiye aykırı olduğunu da yukarıdaki paragraflarda izah etmiştim. Milliyetçi olmayan rejimler üzerinden, milliyetçi dünya görüşünü karalamak, kötülemek ne kadar mantıklı ve doğrudur siz okurlarımın takdirine bırakıyorum.
En nihayetinde sözde değil özde demokrasiye inanmadan bir insanın milliyetçi olması, milletin egemenlik haklarını savunması ve milletin her bir ferdine kıymet vermesi mümkün değildir.