“SORUMSUZLUK, CEZASIZLIK ve REFAHA ETKİSİ”

Hastaneleri, hapishaneleri, kahvehaneleri ve kafeleri olabildiğince dolu bir ülkede yaşıyorum. Türkiye. Evim, yurdum, üstünde yaşayanları ailemden saydığım, farklılıklarımızı doğal zenginlik olarak algıladığım Türkiye.

İlk nefesimi aldığım, annem Fatma Sümer’in ilk sütünü emdiğim, zamanı gelince son nefesimi vermek istediğim, çocuklarımın, annelerinin, kardeşlerimin, torunlarımın, yeğenlerimin, arkadaşlarımın, dostlarımın, tek kelime ile canlarımın yaşadığı Türkiye.

Türkiye Gençlik Birliği Derneği, Türkiye Amatör Spor Kulüpleri Konfederasyonu ve Türkiye Gençlik Federasyonu’nun kuruluşuna önderlik ettiğim, üç demokratik kitle örgütünün başına Türkiye kelimesinin alınması için arkadaşlarımla canla başla çalıştığım Türkiye.

Şiddetsiz Toplum Derneği’nde, iletişim ve iş birliği içinde, insana, hayvana, doğaya ve çevreye yönelik şiddetin sonlanması, gerçek insanlık tarihinin başlaması için ömür ve emek vermeye çalıştığım Türkiye.

Cumhuriyet’in 101. yılını yaşadığımız yuvam Türkiye’de, her gün, şiddetin her türlüsü yaşanıyor. Ancak, demokrasi, adalet, şiddetsiz dayanışma, sevgi ve dostluk için umutla ve kararlılıkla çalışan kahramanlar da yaşıyor Türkiye’de. Gönüllü kahramanlar.

Sevgi ve dostluk içinde, uzun ve mutlu yaşanabilecek Türkiye hedefi için açık veya kapalı alanlarda her gün mutlaka bir adım atılıyor, bir ses veriliyor, bir ışık yakılıyor, kalabalık veya şu sayıda, bu sayıda insan topluluklarına.

Bir güzel örneği,  6 Kasım 2024  Çarşamba günü, kısa adı TEPAV olan Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı yaşattı.

TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi kampüsü içinde bulunan Vakfın Salonundaki toplantıda “Sorumsuzluk, Cezasızlık ve Refaha Etkisi: Türkiye’de Hukuk Reformunun Zorunluluğu” konusu ele alındı.

TEPAV Hukuk Çalışmaları yöneticisi  (Direktör)  Prof. Dr. Levent Gönenç’in yönlendirdiği toplantıda, İstanbul Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ceza ve Ceza Muhakemesi Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Adem Sözüer ve Daha İyi Yargı Derneği Başkanı Av. Mehmet Gün konuşmacı olarak yer aldılar.

Prof. Dr. Adem Sözüer toplantıda özetle şunları paylaştı.  “Cezasızlık bilimsel olarak incelenmelidir. Salgın sürecinde hukukun askıya alınması ve COVİD  nedeni ile  sadece belirli kesimler için bir affın daha uygulamaya konulması adalet algısını zayıflattı.

Cezaevleri son derece dolu. Aflar da bu doluluğu azaltmak için çıkarılıyor. Fakat bu aftan sadece belirli kesimler faydalandı. Türkiye’deki durum, cezasızlıktan ziyade, kimin ceza sistemine tabi olup kimin muaf tutulduğu sorunudur.

Bu konuda yapılabilecek en işlevsel uygulama, belirli suçların ev hapsine dönüştürülmesidir.

Türkiye, tutuklu sayısı bakımından Avrupa’da ilk sıradadır. Türkiye'de farklı tutukluluk kategorileri bulunmaktadır. Bunlar; hükümlüler, tutuklular, hükmen tutuklular ve Anayasa Mahkemesi kararına rağmen serbest bırakılmayan kişilerdir. Özellikle, Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay'ın yargılama sürecindeki kişiler için aldığı yeni kararlarla, bu durum daha karmaşık hale gelmiştir.

Kadın cinayetleri ve çocuklara yönelik suçlarda somut veriler çok önemlidir. Elimizde somut veriler bulunmadığından suçların artıp artmadığını bilemiyoruz. Bu nedenle, toplumda, suçlulara orantısız cezalar verilmesi konusundaki istekler de artmaktadır.

Türkiye’de adalet sistemi, toplumda cezasızlık algısını azaltacak şekilde yeniden yapılandırılmalıdır.”

Av. Mehmet Gün’ün konuşmasından sizlerle paylaşmak istediklerim ise şunlar.     “Toplumların refahı için en temel değer hukukun üstünlüğüdür. Yargı reformu, kurumsallaşma ve ekonomik büyüme için bir ölçüdür ve çok gereklidir.

Mahkemelerdeki iş yükü çok yoğundur. Devletin bazı kurumları hukukun dışında hareket etmek eğilimindedir. Bağımsız yargı ve hesap verebilirlik için yapısal reformların yapılması ve yargı süreçlerinin hızlandırılması gereklidir. Uzman mahkemeler kurulmalıdır.

Adalet istatistikleri güvenilir değildir. Kamu kurumlarının yargıdan muaf olduğu gibi bir görüntü oluştu. Bu nedenle kamu görevlileri hukuka aykırı bazı taleplere karşı koyamıyor. Anayasa değişiklikleri ile cumhurbaşkanı ve bakanların suçlarının soruşturulması da zorlaştırılmıştır. Bu nedenle, cumhurbaşkanı ve bakanlar, yargıya karşı fiilen sorumsuz ve cezasızdırlar. Bu durum, toplumdaki cezasızlık algısını güçlendirmektedir. Suç işleyen kamu görevlilerini yargılamak için amirinin yargıya izin vermesi ön şartı da, genellikle bu izinlerin verilmemesiyle sonuçlandığından, yargı olağan görevini yapamamaktadır.

Yolsuzlukla mücadelede yasal düzenlemeler yeniden ele alınmalıdır. Yargıdaki bilirkişilik kurumu suiistimal edilmektedir. Kurum denetime de tabi değildir.

Yargı süreçlerinde dürüstlük kuralı işler hale getirilmelidir. Mahkemelere yalan söylemenin savunma hakkı olarak görülmesi hukukun üstünlüğüne zarar vermektedir. Bu durum refah seviyesini doğrudan etkilemektedir. Bu nedenle hukukun üstünlüğü ilkesi güçlendirilmelidir.

Yargının hesap verebilirliğini arttıracak ve bağımsızlığını sağlayacak yapısal reformlar zorunludur. Türkiye’de A’dan Z’ye bir yargı reformuna ihtiyaç vardır. Etkin ve hızlı bir yargı denetiminin sağlanması için uzman ve özel yargılama usullerine sahip bir mahkeme kurulmalıdır. Ayrıca, yargının kaliteli hizmet vermesi adına bağımsız bir düzenleyici kurum olarak Adalet Yüksek Kurumu’nun oluşturulması gerekmektedir.”

Toplantıda da söyledim. Türkiye,  şiddetsiz iletişim, eksiksiz demokrasi, her yerde, kadın ve erkeğin dayanışması, yasal örgütlenme, adalet, güvenlik, ekonomi ve laik eğitimle ilgili sorunlarını çözmeden şiddetsiz yaşamayı başaramaz.

Türkiye, yargıçların ve savcıların, ayrı ayrı, ancak, Barolara benzer, demokratik öğütlenmelerini, bu şekilde de mahkemelerin tam bağımsızlıklarını sağlamalıdır.

 Av. Mehmet Gün’ün önerdiği uzman ve özel yargılama usullerine sahip bir mahkemenin ve Adalet Yüksek Kurumu’nun kurulması, bugünkü Cumhurbaşkanlığı Hükümet sisteminde, siyasetçinin yapacağı atamalar, çağdaş, sorun çözücü, adaleti sağlayıcı ve güven verici bir süreci sağlayamayacaktır.

Prof. Dr. Adem Sözüer’in, farklı tutukluk çeşitleri ile ilgili yorumuna eklemek istediklerim var.

En küçük şiddet suçunun da hukukta ceza olarak mutlaka bir karşılığı bulunmalıdır. Toplum, yargının karşısına çıkarılması gereken, ancak aranmayan, aranamayan, bulunmayan, bulunamayan, yakalanmayan, yakalanamayan, saklanan, gizlenen, korunan, dahası vicdanları acıtacak şekilde denetimli serbestlik, iyi hal indirim veya kabul edilemez nedenlerle salıverilen zanlılarla doludur.

Yanımda geçen veya toplu taşıma araçlarında nefesini duyacak kadar yakınımda olan insanlar arasında şiddet suçu zanlıları, tasarlayıcı, yönlendirici, gizleyici, tetikçi var mıdır diye çok merak ederim.

Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay,  Sayıştay, Yüksek Seçim Kurulu, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu, Basın İlan Kurumu gibi iletişimin, demokrasinin ve adaletin güvencesi olması gereken yapılar mutlaka, ilgili kesimlerin ve hedef kitlelerin temsil edildiği demokratik ve özerk kuruluşlar haline getirilmelidir. Yükseköğretim Kurulu (YÖK) ve üniversiteler, bilim insanlarının, çalışanların ve öğrencilerin temsil edileceği üst kuruluşlar olmalıdır. Diyanet İşleri Başkanlığının da, inançların temsil edildiği ve inananların yönettiği üst birlik haline gelmesi kesinlikle zorunludur.

Yerin üstündeki insan melekler, iyi örneklerle, cennet bir Türkiye yolunda, sevgi ve dostluk için kadın-erkek dayanışmasını sağlamalısınız. Akılla, vicdanla, yürekle, bilimle ve umutla, haydi…