SON DARBE, KAÇ ÇİKOLATA ZEVKİNDE OLACAKTI, MERAKTAYDIM…

Gelişememiş toplumların gelişmesinde ve halkın lehine değişmesinde “halk için” yapılan sanatın etkisi tartışmasız büyüktür. Herkesçe bilindiği...

Gelişememiş toplumların gelişmesinde ve halkın lehine değişmesinde “halk için” yapılan sanatın etkisi tartışmasız büyüktür. Herkesçe bilindiği gibi, görsel, yazılı ve müzik alanında yapılan sanatlar insan yaşamına direk etki eden sanatlardır.

Vincent Van Gogh, bir sözünde şöyle der, “Her zaman henüz yapamadığım bir şeyi yapıyorum, nasıl yapıldığını öğrenmek için.” Nasıl ki her sanatçı yaptıklarının daha iyisini yapmak için çaba harcıyorsa, okuyucu da her zaman ‘kendince’ iyi ressamları, sahne sanatlarını izlemek, iyi müziği dinlemek ve iyi yazarları okumak için çaba harcar.

Ömrümüz o kadar kısa ki tüm sanat alanlarında olduğu gibi, yazılanların hepsini de okuyamayacağımızdan dolayı okuyacaklarımız konusunda seçici olmamız gerekir. Yine kendimizce, bizlere katkı sunan, yaşamımıza, düşüncemize ve iş alanımızda yol gösteren eserleri takip etmemiz gerekir.

Öykü alanında yorulmadan takip ettiğim ve bazı öykülerini tekrar tekrar okuduğum Fulya Bayraktar’ın, üçüncü kitabını da okumuş bulunmaktayım.

YAN YANA’nın girişinde Bayraktar; Dünyanın tüm gözenekli varlıklarına…

Taşlaşmayana, görene, dinleyene, anlayana, anlamaya niyeti, gayreti olana, anladığını yazana, anlatana…

Belki de kitabın tüm içeriğini özetleyen iki cümle. (Dünyanın üzerindeki tüm canlılara, özelliklede okuyanlara ve anlayanlara…)

Fulya Bayraktar, YAN YANA öykü kitabında da daha önceki kitapları; “YUH” “BANA ÖYLE TUHAF BAKMA” da olduğu gibi insanları ve toplumsal sorunları yazmış. Tabii ki her zaman olduğu gibi, kadınlarımızın ve ezilenlerin sorunlarını daha çok öne çıkararak.

Geri kalmış/bıraktırılmış ülkelerde kadınlarımız, çocuklarımız sistem tarafından ezilirken bir de toplumun feodal/geri değer yargıları ve cehaleti yüzünden ezilip hayatlarını yaşanmaz kılmaktadırlar.

Fulya Bayraktar’ın tüm yazılarında yüreğe dokunana hikayeleri görmek mümkün. Öykülerinde çoğumuzun çevresinde tanık olduğu ya da duyduğu olayları hayal gücüne ve öngörülerini de katarak edebi bir dille ve güçlü kalemiyle kitaplarına yansıtmış.

Fulya Bayraktar öykülerinde, toplumda kanayan pek çok yaraya parmak basmış. Çocuk yaşta ve bilinçsiz evlilikler, Koca/eşinin işkence düzeyinde diyebileceğimiz davranışları, toplumsal baskı ve itilmişlik duygusu altındaki kadının, kendini ifade edememesi. Feodal baskı ve bilinçsizlik nedeniyle haklı olduğu konularda bile kendini suçlu kabul etmesi, erke karşı sorumlu hissetmesi. 12 Eylül’ün zulüm ve işkence günlerinden izler, “Uygun” öyküsünde, içler acısı bir evlilik ve akıl almaz bir ilişkiler yumağı… Kısacası okumadan anlatılamayacak/anlaşılamayacak derinlikte öyküler.

YAN YANA’nın ilk öyküsü, Kendim Kadar Yakın’dan alıntı, aynı zamanda kitabın arka kapak yazısı da.

“Sadece kuş sütü eksik piknik sofrasından kalkıp kara bir ormanın derinliklerine daldın mı hiç? Aniden karar verip adını ilk kez duyduğun bir kente göç ettiğin oldu mu? Ayaz bir kış gününde, buzları kıra kıra bir gölde yıkandın mı? Sana hiçbir zaman ulaşamayacak bir yangına attın mı kendini? Gözlerini bağlayıp ince bir ip üzerinde yürüdün mü benim gibi? Nereden hatırlıyorum seni?…

Sen de benim kadar umutlu, en az benim kadar mutsuzsun. Zihnimizin derinliklerinden, ihtiyacımız kadar umut devşirebiliyoruz neyse ki, değil mi? Altından kalkamadığımız hikâyeler olabilir, işte o zaman bazen kendimize bazen birbirimize sarılıyoruz aynadan. Olmaz mı? Birbirimizde görüyoruz kendimizi. Yetmez mi? Sen de istiyorsun o zaman, varlığını doğrulamayı, insan olduğunu unutmamayı… Fazla konuşmayı da sevmiyorsundur, yazıyorsun belki benim gibi… Yazdıklarını olabildiğince yükseklere atmak istiyorsun hatta, ulaşsın diye, kendin kadar sana yakın olanlara…”

Bu da Gereksizler öyküsünden bir paragraf: “Melisa’nın kabarık eteği yukarı kalktı. Çimler üzerinde kayıp kendi etrafında dönmeye başlayan Melisa, kollarına düşen yaşlara bakıp bağırdı; Hırslarınızdan, kibrinizden kurtulmadan yaşanası özgür bir dünya kuramayacağınızı anlamadınız. Kendinizden sonra hiçbir şey bırakmadınız. Sizin için en iyisi buydu.”

Evet; kibirlerimizden, hırslarımızdan kurtulmadan ne insan olabiliriz ne de hiçbir şey…

Yazılarımda çoğu kez hatırlatma gereği duyduğum konuyu bir kez daha hatırlatma ihtiyacı hissettim.

Ben asla eleştirmen değilim ve yazarlar ve kitapları hakkındaki yazdıklarım da edebi değerlendirme yazıları değildir.

Amacım; karınca kararınca, okuduklarımdan anladıklarım aktarmak ve yazarı ve kitabını görünür kılmak.