Oysa biz her yıl Çevre Temizlik Vergisi ödüyoruz. Çevre Kirliliği kapsamında sokak satıcılarının yarattığı gürültü kirliliği bazı şehir ve kasabalarımızda zirve noktasında.
Birçok köy ve kasabanın girişinde “HURDACI GİREMEZ “ tabelasını görmeniz mümkündür. Niçin? Çünkü hemen hepsi arabalarına yerleştirdikleri hoparlörle halkın kulak zarını patlatırcasına bağırıyorlar: “Hurdaaacıııı geldiiii”.
Belediyelerimizin hemen hepsinin yönetmeliğinde, “yüksek sesle bağırarak ve ses yükseltici kullanarak araçlarla veya durarak satış yapmak” yasaktır diye yazar. Muhtemelen bu yönetmelikleri birbirinden kopyalayarak alıyor ve onaylatıyorlar. Yönetmelik gayet güzel ama ya uygulama…
Belediye yönetmeliğinin uygulanmasında en büyük görev belediye zabıta müdürlüklerine düşüyor. Kaçak inşaattan tutun da kaldırım işgallerine, seyyar satıcılara, etiket kontrollerine kadar üzerlerine pek çok görev yüklemişiz. Bu kadar çok görev yüklediğimiz bu memurlar görevlerini ne derece doğru dürüst yapabiliyor?
Ben pazaryerinin içerisindeki karakolda bulunan zabıta memurlarının yanlarındaki pazarı denetlemekten bile aciz kaldıklarını kaç defa gözlemledim. Görevlerini yapan zabıta amirlerini ve zabıta memurlarını tenzih ederim ama Pazar esnafı ile aradaki mesafeyi korumaktan aciz, gerektiğinde cezai bir yaptırımda bulunmak gücünü kendisinde bulamayan zabıta memurlarını gördüm ve üzüldüm.
Ama benim bu yazıdaki esas amacım Pazar esnafının denetimi değil. Sokak satıcılarının sabahtan akşama kadar hoparlörle satış yaparak halkı rahatsız etmeleridir. Belediyenin ilgili birimlerine şikâyetlerinizi ilettiğinizde “Tamam, ilgileneceğiz, merak etmeyiniz” diyorlar. Belki 1-2 gün taciz orani %20 veya % 30 azalıyor. Ama hiçbir zaman bitmiyor. Bazen de en yakın zabıta amirliğine telefonla ulaşmanız hiçbir şekilde mümkün olmuyor!!! Telefon uzun uzun çalıyor fakat açıp size cevap verecek bir görevli yok!
“Patates vaaaar, sovan vaaar” diye bir bağırmaya başladığı zaman en az 3 sokak ileriden soğan satıcısıcının geldiğini anlıyorsunuz.
Bir sokaktan günde kaç defa “hurdacı” geçer? Günde en az 3 defa hurdacı bizim sokağı ziyaret eder. Kendisi arabadan hoparlörle bağırır, arabanın üzerindeki adamı da bağırarak onu destekler…
Adam domates satacak, adam patates, soğan satacak… Hoparlörü sonuna kadar açmazsa hiç kimsenin duymadığını sanıyor. Vatandaş olarak siz müdahale ettiğiniz zaman da:
– “O kadar kibarsanız gidin ….’da oturun” gibi küstahça cevaplar verebiliyorlar.
İki yıldan beri salgın hastalık sürecinde marketler astronomik etiketler koyunca halk da sokak satıcılarına mecbur olmaya başladılar. Sokak satıcılarının satışları artmaya başlayınca hoparlörlerle satış yapanların sayısı da arttı. Yaz günlerinde pencereler de açık olunca evde oturmak, ofiste çalışmak imkânsız hale geldi.
Mahalle halkı ekonomik zorluk içerisinde ve çoğu zaman sadece aldığı malın fiyatına bakıyor. Hastası rahatsız olsa da, çocuğu hoparlörün sesinden uyansa da sineye çekiyor. Halka “hoparlörle satış yapanlardan mal almazsanız bu çevre gürültüsünü önlemiş olursunuz” demek fazla hayalcilik olur. Ama belediyelerin görevi bu çevre kirliliğini önlemektir. Gürültü kirliliğini önlemek için vatandaştan kendilerine bir şikâyet gelmesini beklemeleri gerekmiyor. Bu onların zaten görevi bu.
Ama zabıta memuru için karakol binasında oturup çayını, kahvesini içmek varken sokağa çıkıp da “hırla-gürle” uğraşmak gerçekten zor bir iş! Amir, emir verip şikayet mahalline gönderdiğinde ise usûlen gidip usûlen geri gelir, sohbete devam edebilirsiniz.
Belediye başkanları halkın oyuna muhtaç, Bu bakımdan vatandaşların şikâyetine önem vermek zorundadır. Zabıta görevini tam yaptığında belki esnaf ve seyyar satıcılar bundan rahatsız olacaklar. Belediyeye kendi meslek kuruluşları üzerinden baskı yapacaklar. Belki de denetimleri durduramasalar bile etkisizleştirecekler.
Belediye seçimlerinde oy kullanan örgütsüz vatandaşlar ise şikâyetlerinin yeteri kadar dinlenilmediğini gördüklerinde ellerindeki en büyük silahı kullanacaklar. Sosyal medyada yazacaklar. Olmadı.. O zaman da o belediye başkanına bir daha oylarını haram edecekler. Başka çare yok.
Ben bu yazımda şikâyetimi genel çerçevede aktardım. Gaye bağcıyı döğmek değil, gaye üzüm yemek. Ama gerektiğinde yer ve zaman belirterek, bizzat isim vererek de yazacağım. Belki o zaman daha etkili olur.