Bakın Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde. Sonra parmağınızı İmralı Adası’nın üstüne koyun. O da Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde. Silivri’ye gidişle İmralı Cezaevi’ne gidiş arasında ne fark var? Yok. Silivri’ye gidiliyorsa İmralı’ya da gidilir.” Demiş...
Sanki coğrafya dersindeymişiz gibi böyle bir benzetme yapmanın safsata olduğu aşikar değil mi?
Oysa daha 2013 yılında Bahçeli Silivri Cezaevi'nde İlker Başbuğ'u ziyaretinin ardından "Silivri, İmralı'nın dengi ve eşiti değildir. Silivri ziyaretimiz kimseyi rahatsız etmemelidir" dememiş miydi?
Görünen o ki Bahçeli bugün gene tam 180 derecelik bir dönüş yapmış, konjonktüre uyup dün dediğinin tam tersini savunmaya başlamıştır.
Bakınız, Bahçeli kendi kitlesinin balık hafızalı olduğunu, dün yediğini bu gün unuttuğunu umuyor olabilir ama demedi demeyin bu ülkenin kahir ekseriyetinin hafızası gayet iyidir ve dahası bu milletin kolektif hafızası ise adeta fil hafızası gibidir, nesiller öncesinde yaşadığını bile asla unutmaz!
Neyse ben gene de Bahçeli’ye değil ama onun bu lafına kanıp, itibar edebilecek kesimler için aradaki farkı anlatayım:
SİLİVRİ İMRALI ARASINDA NE FARK VAR?
İmralı ve Silivri sadece bu ülke topraklarında yer alan iki mapushane değil taşıdıkları anlam çok farklıdır. Gerçekte zaten önemli olan da mapushanenin kendisi ya da coğrafi konumu değil burada mapus yatan ve ziyaret edilen kişilerin kimliği, bu kişilerin politik duruşu ve bu kişilere yöneltilen suçlamalar.
Geçmişte Bahçeli’nin bu gün ise Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel olmak üzere muhalefetin Silivri’de ziyaret ettiği kişiler iktidarın araçsallaştırılmış yargı eli ile yürüttüğü kumpas davalar ve siyasi operasyonların mağduru olmuş kişilerdir.
Eğer Bahçeli İmralı’da yatan teröristin de Silivri’de yatan bu kişiler gibi haksızlığa uğramış, kumpas davalar ile mağdur edilmiş bir kişi olduğunu düşünüyor da bu yüzden İmralı canisi ile Silivri esirlerini bir tutuyorsa bunu çıkıp Türk Milletine açık açık söylemesi gerekmektedir...
Unutanlar ya da bilmeyenler için tekrar hatırlatayım: Çok kısa bir süre önce bu ülkede FETÖ terör örgütünün azmettiriciliğinde bir takım kumpas davalar açılmıştı. Bu davalarda gizli tanıklık yapan teröristler bu ülkenin Genel Kurmay Başkanını bile hapse attırmış, yıllarca mapus damında yatırmıştı.
Gene buradan hatırlatayım; bazı politikacılar ise bu kumpas davaların arkasında durmuş ve hatta çıkıp “ben bu davaların savcısıyım” demekten bile imtina etmemişti.
Kamuoyunda Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk vb. Adlar ile bilinen bu davaların tamamı sonra çökmüş, yıllarca mapus yatıp, çok büyük bir mağduriyet yaşayan ve eziyet çeken kişilerin tamamının masumiyeti kanıtlanmıştı.
Bu davaları açan savcıların, davalarda hüküm kesen hakimlerin çoğunun ise FETÖ terör örgütü üyesi olduğu sonradan ortaya çıkmış, 15 Temmuz hain kalkışmasından sonra bunların tamamının defteri dürülmüş, bir kısmı firar etmiş bir kısmı ise kodesi boylamıştı. O zamanlar Bahçeli’nin Silivri ziyaretleri de işte bu çerçevede yapılmıştı...
Peki, buradan size soruyorum:
PKK terör örgütünün kurucusu ve yöneticisi Abdullah Öcalan’ın hukuki durumu ile bu Silivri esirlerinin durumu bir tutulabilir mi?
Öcalan’ın davası da bir kumpas davası mıydı?
Dahası bugün Ekrem İmamoğlu başta olmak üzere Silivri’de yatan belediye başkanları, bürokrat, siyasetçi ve iş insanı Abdullah Öcalan’ın aksine henüz suçu kanıtlanıp hüküm giymemiş, sadece tutuklu olarak yargılanan sanıklar değil mi?
Bu hukuki durum göz önüne alınırsa; terör örgütü kurup yönetmekten hüküm giymiş ve cezası kesinleşmiş Öcalan ile Silivri’de esir tutulan sanıkları bir tutmak akıl izan işi mi?
Gördüğüm kadarı ile Bahçeli ve onun başlattığı bu saçma sapan sürece Türk Milleti’nin verdiği olumsuz tepki sürece sahip çıkanların eteklerini tutuşturmuş, canlarını sıkıyor ve neticede böyle komik komik gerekçeler ile kendilerini bu tepkilerden sakınmaya çalışıyorlar ama ben bu çabalarının pek bir işe yarayacağını sanmıyorum...