ŞİDDETİN SALDIRISINDAKİ SEVGİ

Aslında yazımın başlığını  “Sevgi- Şiddet Savaşı” olarak düşündüm, elim “Savaş” kelimesinin harflerine gidemedi, gitmedi. Çünkü, bedenimin elleri ve parmakları öyle bir beyine bağlı, öyle bir yürek tarafından besleniyor ki.

Gerçekten “Şiddet-Sevgi Savaşı” yok.

İnsanlar dahil, canlılar her yerde, toprakta ve suda, ortaya çıktıktan, dinsel inançlara göre yaratıldıktan sonra  kanımca, hem sevgi ve hem de şiddet vardır.

Ancak, savaş değil, savunma yaşanıyor yerin üstünde. Şiddetin vicdansız, akılsız, yüreksiz saldırısı karşısında sevginin yaptığı savunmadır. Burada anlatmaya çalıştığım, akıl, vicdan, sevgi, yüz yüze konuşmak, tartışmak, uzlaşmak ve iyi insan olmak yetenekleri geliştirilmemiş, aslında suçlu, ancak bir yanları ile acınacak insanların ürettiği savaşlar, saldırılar, kıyımlar, vahşetler değil.

Savaşlara, işgallere, fetihlere bakınız, sevgi ve özgürlük, vahşet düzeyine varan şiddete karşı hep savunmuştur kendisini, hiç saldırmamıştır. Vahşet düzeyine varan şiddeti de insan türü üretiyor, kendisini savunan sevgiyi de.

Kiminle konuştu isem, şiddetin sonlanmayacağını söylüyor. “Dost Dili Köşesi”nin yazarı ise umudunu ve duygularını koruyarak, insana, doğaya ve hayvana yönelik şiddetin mutlaka sonlanacağını vurguluyor.

Yaşadığınız alanlara bakınız. Beton dökerek ve taş döşeyerek, yumuşak veya sert toprağın hava ile bağını koparan insan türüne karşı önlenemeyen, asla önlenmeyecek olan bir isyan, başkaldırı var. Rüzgar, yağmur ve kar sularından destek alan toprak, kısa veya uzun süre içinde taşı zayıflatıyor, betonu yarıyor, bitki, ağaç, çiçek, çimen, ot gibi yeşil canlıları yerin üstüne çıkarıyor.

Doğanın gücünden destek alarak taşı  aşan ve betonu  delen o yeşil ve küçük canlılardır sevginin ve direnmenin  somut işaretleri. Küçük bir çimeni bile çok uzun süre tutsak ve yok edemeyen şiddet, insanların çok büyük çoğunluğundaki sevgiyi, dayanışma bilincini ve özgür kişiliği asla bitiremez.

Bir gün o toprağın küçük bir noktasına cansız olarak dönecek olan insan soyu, yerin üstünde ürettiği vahşetin bedelini, yerin altında ödeyecek mi? Belki de yaşarken yerin üstünde ödüyordur, sağlıksız, mutsuz, umutsuz olarak.

“İyi”leştirilmesi için tıp olanaklarının bile yetemeyeceği insan türünün sayıca az, para, silah ve örgütçe çok olan bölümünün kararları ve uygulamaları ile dökülen kanlar ve gözyaşları, toprağın, suyun ve havanın, insan şiddetine karşı direncine güç katıyor olabilir mi? Dünya’ya gelişten, inancıma göre, her yerde ve eşzamanlı yaradılıştan itibaren dökülen canlı kanları ve gözyaşları, suya ve toprağa karıştığına, aslına geri döndüğüne, kaybolmadığına göre, büyük olasılıkla bir şekilde sevgi dolu iyi insanlara güç kaynağı olarak yansıyordur.

Bu yazının hazırlandığı, yayımlandığı ve okumaya başlandığı anlarda, Avrupa’da, Asya’da, Orta Doğu’da tonlarla tanımlanabilecek kanlar ve gözyaşları dökülüyor. Canlı veya cansız dediğimiz varlıklara sevgi üreten okyanuslar, denizler, göller, nehirler, ırmaklar, sokaklar, caddeler, meydanlar, parklar, bahçeler, piknik alanları, çimler, çiçekler, insan eliyle kirletiliyor, çöp yığınları ile dolduruluyor, sevgi veren ağaçlar kesiliyor, ormanlar, tarım alanları yakılıyor, yok ediliyor, dağlar madencilik adı altında talan ediliyor, soyuluyor, sevgi ve can üreten toprak ve su, izmarit ve çöp mezarlığı haline getiriliyor, taş ve betonla hapsediliyor, hava ise havasızlıktan boğuluyor. Bunların tümü, akıl ve vicdandan yoksun vahşi insan elinin şiddet dediğimiz saldırıları. Üzücü bir taraf ise, bu çevre vahşetleri, halkın ve yasal yetkilerin  hemen hemen tümü tarafından büyük ölçüde sadece izleniyor.

Ülkemizde bir siyasetçi, üniversite dışındaki eğitimin, Tanrı veya Allah, insanı yaratandan ve insandan utanmayı sağlaması gerektiğini dile getirdi. Kullandığı kelimelerin aynısını yazmadım, ismini de. İyi örnekleri verirken kullanırım yazılarımda, yer, tarih ve isimleri.

Eğitim; korkmaya, utanmaya değil, sevgi, dostluk ve barışa dayalı, şiddetten uzak, korkmamayı gerektirecek kadar sağlıklı, güvenli ve adaletli  bir yaşama hazırlamalı insanları, aileden başlayarak, ilkokullardan üniversiteye dek. Hatta yaşam boyu sürmeli eğitim.

Eğitim; yalan, iftira, hakaret ve tehdit üreten siyasetçiler, sözde bilim insanları, din görevlileri, iletişimciler, yöneticiler, uzmanlar yetiştirmemelidir.

Küçük yaşlardan başlayarak Üniversite kapılarına varana dek eğitimi, Tanrıdan korkmaya ve insandan utanmaya dayandırmak isteyenlerden ve yakın çevrelerinden kaçı; yalan söylüyor, iftira atıyor, tehdit ve hakaret yapıyor,  kan ve gözyaşı dökülmesine, yoksulluğun, savurganlığın, yolsuzluğun, adaletsizliğin, ayırımcılığın, tek kelime ile şiddetin üretilmesine, yaygınlaştırılmasına ve vahşet düzeyine varmasına, böylece yaratan güce ihanet ve yaradılışın doğasına ihanet edilmesine neden oluyor acaba?

Bu satırların yazarı, Dünya’ya erkek olarak gelen bir insan. İnsana, hayvana ve doğaya yönelik erkek ağırlıklı insan şiddetinin çeşitlerinden, kıyımlardan, cinayetlerden, vahşetten, koca koca insanların yalanlarından, hakaretlerinden, tehditlerinden ve iftiralarından dolayı utanıyor. Hatta, “Utanç Dağı” zirvesinde,  utanmayanlardan çok çok daha kalabalık ve üstelik şiddet suçu işlemeyen kadın-erkek insan meleklerle birlikte.

O insan melekler dediklerim, ailede, okulda,  üniversitede, çalıştıkları ve yaşadıkları alanlarda Tanrı, yurt,  insan, hayvan ve doğa sevgisini öğrendiler, akıllarını ve o aklı besleyen yüreklerini kullanan, yalanları değil, bilimsel gerçekleri anlatan çağdaş öğretmenlerden, eğitimcilerden, annelerinden, babalarından, aile büyüklerinden, iletişim içinde oldukları “iyi”lerden.

Aile, okul ve toplumda, meslekleri de okuyarak ve görerek öğrendiler, üniversitelerden uzman olarak mezun oldular. İlk doğal eğitimi de, kendilerine, yaşları  daha büyükler tarafından sorulan şu sorudan aldılar.

“Büyüyünce ne olmak istiyorsun?”

Ey sevgi, hep böyle diren, çoğal, eline silah, sopa, taş, pala, cop alma, ellerin  yumruk, ayakların tekme, dilin beddua, hakaret ve tehdit üreten, gözlerin nefret saçan olmasın.

Yerin üstündeki insan melekler, “Şiddetin” saldırılarını bir gün gelecek bitireceksin ve gelecek kuşaklar, kan ve gözyaşı dökmeden yerin üstündeki gerçek cennette yaşayacaklar.

Ne mutlu, bugünkü veya gelecekteki insan meleklerin çabaları, emekleri, canları, kanları ve gözyaşları ile sağlanacak yerin üstündeki gerçek cennette yaşayacaklara.