…ŞAİR.. bknz . Celal Sılay… Her 14 Şubat Sevgililer Günü’nde Hıncal Uluç ağabeyin yineleyerek yazar biz de okuruz günün anlam ve önemini… “Tam 41 sene geçmiş aradan.. 1981 Ocak ayında.. Erkekçe dergisinin Şubat, ikinci sayımızda.. Sevgililer Günü’nü kapak konusu yaptık. Sevgililer Günü’nün hikâyesini tatlı tatlı yazdık.. Sonra özetini haber gibi yazdık ve İstanbul gazetelerindeki dostlara elden verdik.. “Bunu kullanın” diye.. Hemen hepsi kullandılar.. Harika bir “Sevgililer Günü” vitrini yaptı Vakko, kadın, erkek, en güzel hediyelik eşyalarıyla.. Ona bakan öteki ünlü Beyoğlu mağazaları da benzer vitrinler yaptılar ve daha ilk senesinde gün ülkemize yerleşti Valentine Day…”
( https://sonsoz.com.tr/bir-garip-celal-silay-vardi-istanbulda/ ) yazımda ayrıntılı yazdığım, 7 Eylül 1974 günü yitirdiğimiz döneminde Türkiye’nin Oscar Wilde’i olarak anılan, anneannem Fehime hanımın, Moda Mektep Sokak 22 numara da ki evinde ki, orta kat kiracımız, son karamsarlık bükücü “değişik adam” Celâl Sılay’ın hikayesini benden dinleyince neden SEVGİSİZLER GÜNÜ’nün isim hakkının ona verilmesi gerektiğini anlayacaksınız…
Gürül gürül yaşam dolu, sesi, gülüşü, kahkahası dünyayı tutan, şiir yazıp şiir yaşayan, doğru yanlış düşüncelerini hiç çekinmeden, hatır gönül saymadan pattadak söyleyen, kendi deyimiyle daha o toyluk dönemindeki “büyük lâf eden, gürültü yapan, muhataplarını ezen” hoyrat insandan, daha bir yerine oturmuş, daha bir durulmuş, daha kaygılı, duygulu, iyiye güzele doğruya daha saygılı bir insan çıkarmayı başaran şair Celâl Sılay’dan.. Çocuktum ufacıktım onu gördüm özgür yaşama, şair diye bir tür insanın varlığına ayıldım, desem yalan olmaz.. Arkadaşları arasında “Napolyon Celâl”, “Deli Celâl” gibi isimlerle anılırdı. Aykırılığı ve başkaldırısıyla bazı benzer yönleri olsa da, Sılay, Wilde’ın algılamalardaki hâkim çizgilerinden uzak kendine özgü bir kişilikti. İlk şiirlerinde Necip Fazıl ve Nazım Hikmet gibi şairlerin etkisinde kalmasa da, sonraları şu veya bu akımın kalıplarına girmek yerine, kendine has bir duyuş tarzına ulaşmış, hayatın rutinliğinin oluşturduğu ülfet perdesini kaldırarak samimi ve çarpıcı duygular, duyarlılıklar yakalamış bir şairdir. Küfelik olurdu yalnız adam. Bazı Fransız şairlerinin isimlerini sık sık kullanan bohem bir yaşam süren, düzgün bir hayat kuramayan, otel odalarında veya bizim ki gibi bekar evlerinde yaşayan şair hakkında en önemli betimleme “nev’i şahsına münhasır bir adam” oluşuydu. Markiz, Lebon vb. zamanının entelektüel kahvelerine takıldıktan sonra geceleri meyhanelerde zil zurna olur, son vapurla Kadıköy’e dönünce tanıdık sırt hamalları “küfelik Napolyon”u Moda’ya taşır evin kapı önüne bırakırlardı. Küfelik olmanın tanımını çocuk yaşımda yaşayarak Celal beyden öğrendim. Dostu ve anneannemin odayı kiralamasına kefil olan yakınımız Haldun Taner, onun hakkında yazdığı bir yazıda onun karakteri ve edebi kişiliği hakkında bilgi verirken sevecen bir ifadeyle “ Kulaktan dolma bilgilerle konuşan, içki masalarında sık sık görülen biraz düzensiz ve deli dolu yaşayan bir şair” olarak tasvir etmiştir..Bizim kagir ev Laz kalfalar tarafından apartmana dönüştürülünce “Fehime hanım ile Celal beyin tatlı sert atışmaları” sonlandı. Celâl Sılay’ı ölüm elli yaşında yakaladı. Yapayalnız oturduğu, gelgeç duygusal ilişkileri dışında, eşe dosta, ahbaba, arkadaşa kapısı kapalı evinde ölü olarak bulundu. Seçimine uygun olarak tek başına yakaladı ölüm onu, o hoyrat dış görünüşü, zaman zaman insanı kendinden uzaklaştıran kırıcılığı altında, incenin incesi, duygulu bir yürek taşıyan adamı.. Bir gecede kel oldu.. Necip Fazıl, Fazıl Hüsnü Dağlarca çizgisinde özgün şiirler yazan şair bohem hayatıyla ilginç bir kişiliği ile dikkatleri üzerine çekmişti. Şiirlerinde ilginç gözlemlerinden kaynaklanan tespitlere yer veren şair, şiirlerinde mistik ve felsefi denebilecek özellikler işledi. 1930’lardan 1970’lere uzanan yıllarda, aykırı, sıra dışı, hoyrat tavırları kırılgan ve küskün tavırları ile şairler arasında kendini belli etti. Çeşitli aşkları a bohem bir yaşamı olan şair hiç bir zaman aradığı hayatı bulamayan bir hayat çizgisinde yaşayıp kaybolmuştu. Bir kere aşık olmuş yitirince hepten dağalmış. Askere gitmeden kör kütük aşık olduğu Cemile’yi dönüşünde başkasıyla evlenmiş bulunca bir gecede tüm saçı eline geldi ve yaşamının geri kalanında Tery Savalas gibi dazlak dolaştı Celal bey. Herhangi bir akıma bağlı olmadığından yeterince değerlendirilememiş, söyleyiş güzelliğine önem veren şiirler yazmış ve hayatının sonuna kadar bu uğurda çabalamış şairimizden bir şiirle bitirelim.
Yolum
Bir ben beni bilirim, bir de beni yaratan,
Bir ben bana lazımım bir de
benimle yatan,
Varlığımı ortaya varlık olarak atan,
Bir tesadüf tanırım bir de ne olduğumu.
Bu denizler, bu gökler ve
bütün bir kâinat,
Bu şarkılar, bu hisler ve bu kısacık hayat,
Şuurumda renklerin sırıtışıdır heyhat!
Ben bir neşe tanırım, bir de onun yolunu.