“Dünle beraber gitti cancağızım, ne kadar söz varsa düne ait. Şimdi yeni şeyler söylemek lazım.”
— Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî —
Bir arkadaşım, bazı yeniliklere atılmak için yaşının çok geç olduğunu, bu atılımları daha erken yaşlarda yapabileceğimizi ve artık kendisinden geçtiğini söylüyordu. Açıkçası, bu gerçeği olmayan duruma inanmıştı.
Oysa severek okuduğum Deepak Chopra’nın “Süper Beyin” kitabında anlatılanlara göre, insan zihni sanılandan çok daha esnek. Dr. Deepak, kitabında beynin nöroplastisite yani yeniden yapılanabilme ve öğrenme kabiliyetine sahip olduğunu vurguluyor. Bu esneklik, yaş ilerledikçe azalsa da tamamen kaybolmaz. Yani, yaşımız kaç olursa olsun; beynimiz bilgiyi işleyebilir, yeni bağlantılar kurabilir, hatta sınırlı da olsa yeni sinir hücreleri oluşturabilir.
Nuri Bilge Ceylan, Cannes Film Festivali’nde ödüller kazandığında 50’li yaşlarındaydı ve uluslararası arenada tanınan bir isim haline geldi.
Henry Ford, 1908 yılında Model T’yi yarattığında 45 yaşındaydı.
Aşık Veysel, 50’li yaşlarında büyük bir tanınırlık kazandı. Şiirleri ve türküleriyle Türkiye’nin dört bir yanında bilinir hale geldi.
Sosyal çevremde beden yaşı kaç olursa olsun, Albert Camus’ü kıskandıracak kadar hayat dolu gözleri görüyorum. Bazılarının gözlerinde yıldız var; parlıyorlar. Evet, “bu dünya geçici” diye söyleyenlerin ve dünyaya taht kuranların girdabında, gerçekten gördüğümüz bu dünya için erdemli yaşayan ve üreten gözler bunlar işte. Elbette geçici dünya; ancak, yaşayarak geçen bir dünya olması önemli.
Demek ki başarının, sanıldığı kadar yaşla ilgisi yok.
30’lu, 40’lı yaşlarında “bizden geçti artık” diyerek hayattan elini eteğini çeken kişileri gördükçe üzülüyorum.
Evet, dünya tamamıyla empirizm felsefi akımı gibi çalışmıyor olabilir. “Kazık mı çakacaksın dünyaya?” diyenler de elbet olacak; ancak bildiğiniz dünyada, dengeyi koruyarak, yılmadan devam etmek gibisi var mı?
“Karanlıklar içinde ışığa sevdalıyım, umutsuzum” diye ruhları ayrı, bedenleri ayrı yönde karamsar şekilde dona kalmışlar yok değil. Öyle olmakta haksız da değiller. Ama işte hayat dediğin senfoni devam ediyor. Her yaşta devam ediyor hem de. Önemli olan, karamsarlık fırtınasına yakalansan bile sakin kalabilmek. Bir tanıdığım şöyle demişti: “Rüzgar var, fırtına var, ben bıraktım teknemi, su nereye götürürse…” Nereye götürebilir ki?
Hafta sonu, her yaşta üretmenin ve öğrenmenin mümkün olduğuna inanan bir toplulukla Çanakkale’deydim. Yaptığımız bu anlamlı ziyarette, Assos’un taşlı yollarında, bastonlarıyla yürüyenlerin inadını; bilgiye, tarihe, sohbete duyulan iştahı gördüm. Yaş, sadece bir sayıydı. Terler içinde de olsa kimse geri dönmedi. Belki de tam bu yüzden bir kez daha inandım: yaş almak, durmak anlamına gelmiyor. Tam aksine, yaş aldıkça bazı yürüyüşler daha anlamlı hale geliyor.
Sonuç olarak, başarıyı sadece genç yaşlara özgü bir şey olarak görmek, kendimize koyduğumuz bir sınırdan ibarettir.
Siz de yaşınız ne olursa olsun, hangi alanda yeniliklere atılmayı düşünüyorsunuz?