SEÇİM, ADALET ve KORKU…

Besim KAVUKÇU İnsanlık, varoluşundan beri iki veya daha fazla seçenek arasında kalmıştır hep. O elmayı yemek...

İnsanlık, varoluşundan beri iki veya daha fazla seçenek arasında kalmıştır hep. O elmayı yemek ya da yememek… Âdem ile Havva belki de hiç istemedikleri bir yaşamla sınandılar, dolayısıyla bizi de sınanmaya mahkum ettiler. En eski Türk kavimleri Şamanizm’e inanırken, Selçuklu ve Osmanlı Müslümanlığı seçti… Mustafa Kemal, kudretli bir Osmanlı Paşası olmak veya saraya damat olmak varken, modern Türkiye Cumhuriyetini kurmak için adım atmayı seçti. Birileri çocuk yetiştiremeyeceğini bile bile anne baba olmayı seçti, o çocuklar toplumun başına bela oldu. Birileri sırf kendi çıkarı ya da üç kuruş fazla para için başka birilerini yönetici seçti, sonra burnumuz necasetten kurtulmadı…vb Bu seçenekleri arttırmak mümkün elbette ama ne demek istediğimi tam olarak anlatmıştır sanırım.

Bizden öncekilerin yaptığı seçimler bizleri etkiledi, bizim seçimlerimizse bizden sonrakileri etkileyecek. İnsanlık, hem bireysel hem de toplumsal olarak seçimler yapar ya da seçim yapmak zorunda bırakılır. Her seçim, kaderimizi değiştirip yeni bir yola ya da yeni bir mertebeye ulaştırmıştır bizleri lakin o an, doğruymuş gibi gözüken seçimlerimiz, sonrasında bizi felaketlere de sürüklemiştir.

Peki, gündemimizin ana maddesi 14 Mayıs 2023 seçimleri… Öncelikle şunu belirtmeliyim ki; hiçbir siyasi seçimin sonucu adil olmaz. Hele bizim gibi Ortadoğu’ya yakın ülkelerde. Niye mi? Açıklıyayım.

  1. Çünkü biz büyük bir fanatizm içinde parti destekliyoruz. Eşimiz, dostumuz, akrabamız, komşumuz, iş arkadaşımız olsa bile, bizimle aynı siyasi görüşü paylaşmayan insanları dışlıyor, ötekileştiriyoruz. Fanatik bir biçimde desteklediğimiz partinin istenmeyen bir sonuç alması, karşımızdaki ama sosyal hayatta yanımızdaki insanı “kötü” görme sonucunu doğuruyor. Politika ve politikacılar ülkenin ve bizim hizmetkarımız olması gerekirken, biz onların hizmetkarı oluyor, onları yüceleştiriyoruz.
  2. Bizim gibi siyasi iklimi hayli sert geçen ülkelerdeki en önemli suçlama, hainlik ve ihanettir. Bakın son yıllarda olanlara. Neredeyse her parti birbirini “vatana ihanet” suçlamasıyla yaftalıyor. Dünyanın en adi ve en merhamet gösterilmemesi gereken suçu, bizim dilimizde anlamını o kadar yitirdi ki, kimse nereye gidebileceğini düşünmeden “hain” kelimesini kullanıyor. Dolayısıyla seçimden ne sonuç çıkarsa çıksın birileri hain ilan edilecek. Meydanlarda birbirlerini hainlikle suçlayanlar, aynı mecliste oturmak zorunda kalacak ve gözümüzün içine baka baka birbirleriyle ortaklık kuracak ve o laflar hiç edilmemiş gibi davranılacak. Şimdi sorarım size bunun neresi adil?
  3. Eğer bizim coğrafyamızda seçimler adilse, bu kadar diktatörlükle yönetilen komşuya nasıl sahip oluyoruz? Peki, o diktatörlerin hemen tamamı nasıl seçimle iş başına geliyor? Bize ne mi komşularımızdan? Peki, herkesin yerden yere vurduğu, her seçimde meydanlarda değiştirilmesi gerektiği söylenen, ülkeyi kötü günlere ve felaketlere sürüklediği belirtilen 1982 anayasası nasıl oldu da %92 civarında oyla kabul edildi? O tarihte mi adil değildik, şimdi mi değiliz?
  4. Coğrafyamızdaki seçimlerin neredeyse tamamı, korkuya dayalı yapılmadı mı? “Ülke elden gidiyor”, “Cumhuriyet`i yıkacaklar”, “Kominizim gelecek”, “Faşist dikta bizi esir almak istiyor”, “Batı ve dış güçler egemenlik kuracak”, “Şeriat gelecek”, “Üzerimizde oyunlar oynanıyor”…vb gibi birçok cümle seçim önceleri hükümet adayları tarafından kurulmadı mı? Birçoğumuz bu korku ve endişeyle oy kullanmadık mı? İstediği partiye değil de, gelmesini istemediği şeyler için başka bir partiye oy vermenin neresi adil?
  5. Bir ülkede seçim barajı varsa, ya da şöyle düzelteyim seçimlerde bir baraj kaygısı güdülüyorsa adaletten bahsetmek ne kadar mantıklı? Tamam, ittifak sistemi bu durumu az da olsa değiştirdi ama ortadan kaldırmadı. Diyelim ki, seni temsil ettiğini düşündüğün siyasi parti, toplumun büyük kesimi tarafından kabul görmüyor. Senin düşündüğün ya da istediğin siyasi sistemi isteyen bir avuç insansınız, olamaz mı olabilir. Peki, siz temsil edilmeyi hakketmiyor musunuz? Elbette ediyorsunuz da, edilemiyorsunuz. Sizin siyasi görüşünüz yok sayılıyor, çünkü birileri sizin görüşünüzü paylaşan bir tek kişinin bile meclise girmesini istemiyor. Önünüze %7 barajını dayıyor ve siz mecliste temsil edilmiyorsunuz, dolayısıyla kendi görüşünüze en yakın gördüğünüz ama sizi tamamen yansıtmayan ve baraj kaygısı yaşamayan bir partiye oy veriyorsunuz. Ne kadar da adil (!)

Daha çok madde sayarım ama okumayı hele de uzun okumayı sevmeyen bir toplumda, okuru sıkmak olmaz şimdi.

Hep koktuk, halen korkuyoruz. Halk, hangi görüşte olursa olsun özgür seçimini sandığa yansıtamıyor. Laikler, şeriatla, komünistler, faşizmle, korkutuluyor ya da tam tersi. Halk korku duvarını çok nadir yıkıyor. Yıktığı zamandaysa, bir zamanlar fanatikçe arkalarından koştukları insanların tarih sahnesinden silinmesini, cezalandırılmasını izliyor.

1980 öncesini hatırlayanlar vardır, Cumhurbaşkanı seçilmesine kesin gözüyle bakılan, o an ülkenin en güçlü kanadı olan askerin sonuna kadar desteklediği, hatta seçilmezse darbe olacak diye söylentiler yaymaya başladığı Faruk Gürler Paşa`yı meclis, Cumhurbaşkanı seçmemiş, korku duvarını aşabilmişti. 1983 seçimlerini hatırlayın. 1 sene önce Kenan Evren`in anayasasına %92 oranında destek veren halk, Kenan Evren`in 1983 seçimlerinden bir gün öncesine kadar bile açık açık desteklediği Turgut Sunalp`in partisini üçüncü parti yapmıştı ki zaten seçime üç parti girebilmişti.

Korkuyla yapılan hiçbir seçimin adil olamayacağını düşünüyorum. Korku ve sindirme politikalarıyla sağlıklı sonuçlar elde etmek mümkün olmayacaktır. Korku hâkim kılınırsa her ne kadar seçim yapılırsa yapılsın, korku sayesinde kazanılan seçimlerin, korku salanın elini güçlendirmekten ve korkunun giderek artmasından başka bir işe yaramayacağını düşünüyorum.

Huzurlu, korkusuz günler ve seçimler dilerim, haydi kalın sağlıcakla.