RTE rejimin adını değiştirdiğine tam kanat getirdi ki iktidar ortağı Gülencilere ağzından gelen her şeyi söylüyordu.
“Paralel yapı” diyordu.
“Haşhaşılar” benzetmesi yapıyordu.
“Paralel devlet” diyordu. Ama onlar yeni adlarını “Hizmet Hareketi” koydu.
Oysa Türkiye Cumhuriyetinin yapısını değiştirmek için yola çıktıklarında RTE ile Gülen arasında su sızmıyordu. Birbirlerine tam destek veriyorlardı.
ABD’ye her gittiklerinde “Hoca efendi” dedikleri “Şeyh-Ül İslam Makamı” sandıkları adamı başta Abdullah Gül olmak üzere RTE, Bülent Arınç gibi isimler ziyaret edip, icazet alıyorlardı.
Gençleri teokratik devlet düzeni ideolojisine uygun Amerikangofil yetiştirmek üzere ABD’nin finans desteğinde okullar kurmuşlardı.
Şimdi “Cemaat” yerine kendilerine “Hizmet Hareketi” diyenlerle, RTE iktidarı Türkiye’yi “Yeni Osmanlılara” dönüştürüyorlardı ki ne olduysa birden bire film koptu.
Onarılması imkânsız olan bir kavga başladı.
Bu kavganın adına ben “iktidar post kavgası” diyorum.
Deyim yerindeyse RTE; “davulun kendi elinde tokmağın ise Gülencilerin elinde olduğunu” uykudan uyanınca anlamış gibi görünüyordu.
Sözde “Hizmet Hareketi” her yıl Ankara, İstanbul ve İzmir gibi büyük kentlerde “Türkçe Olimpiyatları” adı altında etkinlikler düzenliyordu.
RTE ve ekibi o toplantılara gidip nutuklar çekiyordu. “Türkçe Olimpiyatları’na” RTE mali destek veriyordu. Gülen iktidar ortaklığı oylarını her 4 yılda üst üste 3 seçim döneminde artırmıştı.
RTE; devletin kurum ve kuruluşları başta olmak üzere yargı, TSK, polis ve MİT gibi örgütleri Gülencilere teslim etmişti.
Ulusal bağımsızlıktan yana olan Atatürkçü güçler, Özel Yetkili Mahkemeleri kuranlar tarafından Silivri zindanlarına doldurduklarında RTE; “Ben bu mahkemelerin savcısıyım!” diyordu.
Yani RTE; “Yasama, yürütme ve yargı benim!” diyordu.
Ama dönüp baktı ki iktidar koltuğunun 4 ayağından 3’ü gitmiş…
Kurumlara ve makamlara duyulan güven kaybolmuş…
Toplumsal bunalım toplumu çaresizliğe itmiş...
Haksızlığa uğrayanların başvuracakları yerler yani yargıç ve savcılık makamlarına “Hizmet Hareketi” egemen olmuştu.
“Ada beyi Apo” terör örgütü liderliğinden çıkarılıp baş tacı yapılmıştı.
“Açılım” ve “Süreç” tertibi ile RTE ve ekibinin “İmralı teröre çözüm üretme merkezi” olmuştu. Ellerini havaya açıp RTE’ye bedua eden Gülen; “Eviniz yıkılsın!” dediğinde, RTE ise, “Ne istediniz de vermedim?” diyordu.
Onlar artık Mustafa Kemal Atatürk’ün kurmuş olduğu Cumhuriyeti “kendi malları” sanıyordu.
Adının başında “Cumhuriyet” olan sözüm ona “savcılar” seyirciydiler.
Süleyman Demirel’in bir sözü vardı.
Diyor ki: “Çare tükenmez!”… Gıdaların kokmaması için tuz vardı.
Ya tuz kokarsa ne olacaktı?
Türkiye’de “Adalet ve yargı çökmüştür!” diyen kişi TBMM Başkanı Cemil Çiçekti. Savcılık makamı çöktü derken, nitelikli savcı ve yargıçları bundan vareste tutmak gerekiyordu. Eğer bir savcı, Adana’da olduğu gibi MİT’e ait olduğu ileri süren silah ve cephane yüklü TIR’larda arama yaptıramıyorsa savcılık makamının ne hale geldiğini varın siz düşünün! (Sürecek) &&&