Açıkça söylemek gerekirse ulusumuzun tarihinde ve bu topraklarda binlerce yıldır yaşanan en büyük devrim 1 Kasım 1922 tarihinde saltanatın kaldırılmasıdır!
İnsanlar binlerce yıl boyunca “ben asil kandan geliyorum” ve “beni tanrı seçti” yalanları ile kandırılmış, halkların egemenlik hak ve özgürlükleri “doğuştan gelen hak” gerekçesi ile bir takım sülale ve kişiler tarafından gasp edilmişti.
Bugün geçmişte yaşanmış, halk egemenliğini gasp eden bu tip saltanatların hayali ile yaşayan insanları ve böyle bir hayalin propagandası üzerinde tepinerek politika yapanları anlamak gerçekten de mümkün değildir.
Unutturulan geçmiş acılar ve tozpembe gösterilen bir eski dönem insanların daha yakından hissettiği gündelik acılar ile kıyaslanınca geçmiş insanlara özlem ile hatırlanacak bir dönem olarak gelebilir. Tarih bilmek ve tarih öğretmek işte bu yüzden çok ama çok önemlidir. Yıllardır ülkemizde çocuklarımıza öğretilen kurgu ve düzmece bir tarih müfredatı yüzünden bugün bazıları halkların en temel hakkı olan egemenlik hak ve özgürlüklerine düşman bir yönetim biçimine alkış tutabilmektedirler.
Bu gün sokağa çıktığınızda kendini milliyetçi olarak tanımlayan insanlar bile Osmanlıcılık yapmakta; Cumhuriyete, Türk devrimlerine ve hatta Türk milliyetçiliğini devlet ideolojisi haline getiren, Türk milletini tarihte ilk defa egemenlik hak ve özgürlüklerine kavuşturan büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’e düşmanlık beslemektedirler. Sonuç olarak Türk Milliyetçilerinin bile Osmanlı sembollerini amblem olarak kullanmaktan çekinmediği bir tuhaf dönemde yaşamaktayız.
Oysa bu topraklarda milli egemenlik hak ve özgürlükleri kolay kazanılmadı. Dünya tarihinde aynı anda hem bir iç savaşı ve hem de emperyalist işgalci yabancı güçlere karşı yürütülen bir dizi savaşı kazanarak milli egemenlik hak ve özgürlüklerine kavuşan başka bir millet daha yoktur!
Evet, iç savaş sözünü fazlaca duymazsınız bunun sebebi kurgu tarih ve Osmanlı ihanetini aklama gayretleridir. Kurtuluş savaşı tarihi anlatılırken sadece Milli Mücadeleye karşı isyan ve ayaklanmalardan bahsedilerek gerçekler gözlerden gizlenmekte, yaşanan iç savaş unutturulmaya çalışılmaktadır.
Oysa gerçek açıktır! Vahdettin İngilizlerden aldığı para, silah ve mühimmatla Kuvâ-i İnzibâtiyye ya da daha çok bilinen adıyla Hilafet Ordusunu kurmuş ve bu ordu ile Türk ordusuna defalarca saldırmıştır!
Tarihi kayıtlara göre İngilizler, Damat Ferit hükûmetine 7 Nisan 1920 tarihinde Hilafet Ordusu’nun kurulması için izin verdi ve bu ordu 18 Nisan tarihinde kuruldu.
Damat Ferit hükûmeti Hilafet Ordusunu kurduktan 2 gün sonra 7 Nisan 1920 tarihinde Britanya Yüksek Komiseri Amiral John de Robeck ile milliyetçilere karşı alınacak tedbirleri görüştü. 11 Nisan’da Kuvâ-yi Milliyecilerin eşkıya olduğu ve öldürülmelerinin sevap ve vatani bir yükümlülük olduğuna dair Dürrizade Abdullah Efendi’nin bir fetva çıkarması sağlandı. Robbeck Damat Ferit’e Birleşik Krallık’ın aktif bir iş birliği yapamayacağını ama silah ve mühimmat konusunda destek olacağını bildirdi. Birleşik Krallık Hilafet Ordusu’nun erlerine 30, teğmenlerine 60 ve alay komutanlarına 150 lira maaş bağladı. Lojistik ihtiyaçlarını silah, araç ve gereçlerini temin etti. Hilafet ordusu üç piyade alayı ve bir topçu taburundan oluşan bir tümendi. 4.000 kişilik bir askeri güce dayanan tümenin komutanlığına Süleyman Şefik Paşa atanmıştı.
Hilafet Ordusu birlikleri Nisan ve Mayıs aylarında İzmit bölgesinde yığınaklanmalarını bitirdiler. Britanya birlikleri de Hilafet Ordusu’nun arkasında konuşlandı. İzmit limanına demirleyen Britanya savaş gemileri mevzileri top ateşi ile destekleyebilecek bir konum aldılar.
Süleyman Şefik Paşa’nın istifasının üzerine kendisine mirimiranlık (sivil paşalık) verilen Ahmet Anzavur Hilafet Ordusunun başına getirildi.
Her saldırısında Türk ordusu karşısında bozguna uğrayan Hilafet Ordusu İstanbul’a çekilmek zorunda kaldı ve sonunda bu ordu dağıtılarak askerler terhis edildi.
Sonuç olarak Padişah Vahdettin ve Osmanlı Hükümeti bırakın Milli Mücadelenin yanında yer almayı ya da tarafsız kalmayı Milli Mücadeleye karşı savaşıp yenilmişlerdir.
Türk ulusu Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde hem Osmanlı Hanedanını ve hem de işgalci güçleri yenerek egemenlik hak ve özgürlüklerine 1 Kasım 1922 tarihinden itibaren resmen sahip olmuştur. Bu tarihi unutmamak ve unutturmamak gerekir…