Bakınız rüşvet ve benzeri mali suçlar sadece tanık beyanı ile kanıtlanamaz, bu suçu kanıtlamak öyle kolay olsaydı iki üç kişi bir araya gelir hoşlanmadıkları ya da düşmanlık güttükleri ülkeyi yöneten her siyasetçi ya da bürokrat hakkında böyle bir suçlama yöneltir ve ceza almasını sağlardı.
Bunlardan özellikle rüşvet hem ahlaksızlık ve hemde mali bir suç olarak değerlendirilir, öncelikle şunu da açıkça söylemem gerekir ki rüşvet alan da veren de suçludur.
Peki, rüşvet suçu nasıl kanıtlanabilir?
Eğer bir kamu görevlisi sizden yasal bir hakkınızı teslim etmek, meşru bir işinizi yapmak için rüşvet ister ve siz de bundan dolayı şikayetçi olup hakkınızı aramak isterseniz yapmanız gereken iş bellidir!
Önce savcılığa gider ve “şu kişi, şu işimi yapmak için benden rüşvet istedi diye suç duyurusunda bulunursunuz.”
Savcılık bu suç duyurusunu ciddiye alıp, takibe değer bulursa akabinde bir soruşturma başlatır.
Bir rüşvet talebini ispatlamak elbette hiç öyle kolay değildir.
Bu noktada hukuk tarihimize geçmiş “rüşvetin belgesi mi olur?” sözünü de herkese hatırlatmak isterim.
Bu sorunun cevabı ise açıktır; evet, rüşvetin belgesi olur, rüşvet talebi kanıtlanabilir...
Birini rüşvetten dolayı şikayet ettiğinizde bunu kanıtlayabilmek için ilk olarak polis ya da savcı tarafından önceden seri numaraları alınmış para destelerini hazırlarsınız. Sonra rüşveti nerede, kime, ne zaman vereceğinizi polise bildirirsiniz. Polis siz rüşveti teslim ederken bir baskın yapar, rüşveti alan kişiyi seri numaraları önceden belirlenmiş para desteleri ile birlikte yakalar kamera kaydını falan alır.
İşte ancak böyle bir operasyon ile bir rüşvet alış verişine dair sağlam sayılabilecek bir kanıt ortaya çıkar.
Lakin şunu da söylemem gerekir ki bu kadar sağlam görünen bir kanıt bile rüşveti ispatlayabilmek için tek başına yeteli olmayacaktır!
Hukuki bir karar verirken en istisnai olasılığı bile düşünmek gerekir!
Örneğin bir kişinin bir kamu görevlisine araba, arsa ya da bir gayrimenkul alışverişinden dolayı bir miktar borcu olabilir. Hatta elden verilmiş bir borcun geri ödemesi dahi isteniyor olabilir. Yni para alışverişinde illa ki rüşvet vb. bir yasa dışı ilişki olması gerekmez. Böyle bir durumda hele hele birde aralarında bu borçtan dolayı bir niza varsa kişi kötü niyetle bir kumpas kurup borcunu ödemeyi rüşvet gibi göstermeye kalkabilir değil mi?
Bu durumda polise benden rüşvet istedi diye şikayet ederse ne olur?
İstisnai bir durum olsa da bu örnekte de görüldüğü gibi her para alışverişi de rüşvete dair çok sağlam bir kanıt olarak kabul edilemez...
Mahkeme kararı ile telefon dinlemek ve bu rüşvet ilişkisinin hayatın olağan akışına uygun olması gibi başka başka kanıtlar da gerekir.
Ayrıca kimse şunu unutmasın borç ve alacak ilişkisi gibi mali konulardaki bir hukuki işlemin tutarı belli bir sınırı geçiyorsa ancak senet, çek ya da sözleşme benzeri bir yazılı belge ile ispatlanabilir. Hukukta buna senetle ispat zorunluluğu deniyor.
Sonuçta herhangi bir kişiye mali konularda bir suçlama yöneltebilmek için tanık beyanı fevkalade yetersizdir, muhakkak yazılı kanıt da gerekmektedir.
Bunun dışında kaynağı belirsiz zenginleşme gibi olgular şüphe doğursa da bizim bugünkü hukukumuzda yasa kimseye “nereden buldun” gibi bir soru yöneltemez!
Nereden buldun yasasının hikayesi
1998’de Türkiye ekonomisi IMF programlarının gölgesinde, yüksek enflasyonla mücadele ediyordu. Dönemin koşullarında vergi gelirleri eriyor, bütçe disiplini darmaduman oluyordu.
İşte tam bu dönemde, dönemin koalisyon hükümeti siyasi açıdan zayıf, ancak ezber bozan ve Maliye Bakanı Zekeriya Temizel’in adı ile hatırlanan bir yasal düzenlemeye imza attı: “Mali Milat ve Nereden Buldun?” Yasasını çıkardı.
Bu yasaya göre gelirini beyan etmeyen bir kişi, servet sahibi olmuşsa, bu servetin kaynağını açıklamak zorundaydı. Kişi servetinin kaynağını açıklayamazsa, vergi dairesi bunu gelir sayar, vergisini faiz, zam ve cezasıyla birlikte isterdi.
Bu aslında bir tür servet denetimiydi. Geriye dönük değil, ileriye dönük bir milatla uygulandı. Yani 1 Ocak 1999’dan itibaren edinilecek servet, beyan edilen gelirlerle uyumlu olmak zorundaydı.
Ama olmadı. İş dünyasından “güvensizlik yaratır” ve “yatırım ortamını bozar” eleştirileri geldi.
TÜSİAD, TESK, DİSK gibi kurumlar birbirinden farklı endişelerle düzenlemeyi eleştirdi. Kamuoyu, uygulamayı biraz da “zan altında bırakma” olarak gördü. Dönemin koalisyon hükümeti gerekli iradeyi gösteremedi ve baskılara boyun eğmek zorunda kaldı.
Kanun önce budandı, sonra AKP iktidarı döneminde fiilen rafa kalktı.