Ruhun Bordrosu

İnsan hayatta heyecan duyduğu işi yapmalı diyenlerin ne demek istediğini uzun süre düşündüm. Ne demek hem heyecan duyacaksın iliklerine kadar hem de para kazanacaksın, bu bir ütopya değil de nedir?
Bu satırları yazarken, evin yakınlarından bir çoban sürüsüyle birlikte geçiyor. Sürünün zil sesleri yankılanıyor; doğanın tılsımlı mesajına inat, şimdi çoban yaptığı bu işten memnun mu?
Ya da ben… Kendi şirketimde, ülkenin bu sancılı döneminde hem tahsilat yapmak hem de tahsilat yaparken müşterilerle diyaloğumu nötr tutmaya çalışmak için memnun muyum?
Şu an her köşe başında nakde ulaşmanın zorluğu konuşuluyor; biz de bunu derinden hissediyoruz. Hatta yaklaşık bir yıla yaklaşan alacağımız için, müşterimiz en son “ödeyeceğim kesin” dediğinden bu yana üç ay geçmesine rağmen, biz hatırlattık diye kötü olduk; hatta üstü kapalı tehdit bile edildik.
Boşuna dememişler: “Fazla tevazunun sonu, vasattan nasihat dinlemektir.”
Evet, konu dağılmasın. Mutlu muyuz bulunduğumuz yerden? Hedeflerimiz deste deste zihnimizde dağılırken, o hedefleri sonuca çevirecek güç var mı bizde: hem güç, hem de güç anında yaşanacak heyecan…
Bir de “severek yapmak gerekli” denilir hep. Gerçekten severek yapmak, hırsın alamet-i farikası mı, yoksa sevginin eşsiz hüneri mi?
Biliyorum, bazıları “Romantik davranma, ne sevgisi, eskiden kuyruklar yaşandı” diyecekler. Ki haklılar; kolay zamanlardan geçerek gelinmedi bu günlere. Ama bugün o gün değil.
Geçen gün vakfımızın Yönetim Kurulu toplantısında bir sohbette, “Genç nesil artık maaşla bile çalışmıyor” diye bir yorum yapıldı. Yoksa genç nesilin sevgi kelebekleri kozalarında grev yapıyor olabilir mi?
“Yargılamanın gücü, kendiliğin tutarlığıyla ölçülür.” Theodor Adorno’ya selam ederek, yazının heyecan kısmıyla devam edelim.
Ekonomi canlı olduğunda mı daha çok sevgi duyar insanlar yaptıkları işlere? “Sorunlarda ilk iş alır gibi müşterinin yanında olmak gerekir” diye birkaç sene önce yazmıştım. Biliyorum zor; tehdit edilirken sevgiyi iliklerinde hissetmek. İşte bu anlarda heyecan yerine sükûnet mi bize arkadaşlık ediyor? Yoksa kimse heyecan duymaz mı artık yaptığı işten?
Sabahları teni spatulayla yataktan kazınan başarı hikâyeleri, sevginin ve heyecanın eşsiz sokaklarında nasıl doğru yolu bulacak? Bir de kış aylarında sokaklar tam karanlıkken, tasarruf için! Zor işler bunlar… Hem sev, hem başar.
Kitabını okuduğum bir iş insanı, “Ekonomi ve felsefeyi aynı anda okuyorum” demişti. Ben de öğrendikten sonra o metodu uygulamaya başladım; ancak yazılarım felsefe zeminine daha çok kaymaya başladı. Ne güzel; kapital zeminde işimi severek yapıyordum. Şimdi işimin içinde cımbızla “anlam” arıyorum.
Rahmetli olan bu iş insanıyla bir yerde karşılaşsaydık, “Ee şimdi ne yapacağız?” demek isterdim.
Evet, yine dağılmadan gelelim sevgiye ve heyecana…
Şayet sabahları uyanmak için kendinizle mücadele ediyor ama bu mücadeleden başarılı çıksanız bile, çalışma ortamında savaştan mağlup bir subay ruh hali yaşıyorsanız; yaşadığınız bu ruh halini sürekli şikayet konusu haline getirip etrafınıza anlatıyor, evinizdeki aile yaşantınıza da bu duyguları acılarla dolu şekilde yansıtıyorsanız…
Eminim, siz işinizden memnun değilsiniz.
“Çalışmanın erdemli olduğu inancı büyük zararlara neden olmuştur,” diyen Bertrand Russell, günde dört saat çalışan insanların geri kalan vakitlerinde ne yapacaklarını bilemeyecekleri düşüncesine de karşı çıkmıştı. Evet, firardan çok sahalarda olan bir yapımcı da bu çalışma saatine vurgu yapmıştı.
Yazının başına dönelim o zaman. Sürü gitti, yağmur geldi.
İnsanlar, çalışmaktan heyecan duyar mı? Sanatla, felsefeyle ya da türevleriyle ilgilenmeyenler, heyecanı nerede bulur?
Derneğimizde, sofrada yapılan bir sohbette “Bir kitap 350-400₺ diyelim. İnsan yaşamının yüceliğini bu fiyata yazıyorsunuz; bir tüketim yapılıyor ama mislini harcıyorsunuz. Gelin görün ki hâlâ değer görmüyor,” dedik. Ancak yazanın ne kadara satılacağı umurunda mı? Aslında boynu bükük şekilde söylemek gerekirse, olmalı. Ama yazanın dünyaya bir nefes ve heyecan olmaktan başka bir anlam arayışı yok bence.
Ben de eşime sürekli seyahat ettiğimiz yerlerde “Burayı biz yaptık” diyorum. Bu, yapılan projenin hazzından ve heyecanından geliyor işte. Evet, hayatta kalmak değil sadece; bizimle birlikte yol yürüyen herkes için çalışmalıyız. Çalışırken de o heyecanı hem yaşamalı hem de yaşatmalıyız.
O zaman belki de heyecanı dışarıda değil, yaptığımız işe taşımanın yollarını yeniden düşünmeliyiz. Çünkü geçinmek zorunda olduğumuz bu hayat, yaşamak zorunda olduğumuz tek yer.