Piknik üzerinden güzel Ankara hatırlaması1

Bugün'üne dövünüp 'Geçmiş'iyle avunup, övündüğümüz Ülkemizin kurucu başkenti Ankara'da ODTÜ Mimarlık ruhunu özümsediğim 22 devrimci gençlik yıllarımı yaşadım. 68; donup katılaşmış, köhnemiş dünya düzenine yapılmak istenen gençlik aşısıydı. Aşı tutmadı ama en azından bir dönem hastalığın ilerlemesini engelledi. Bu ve takip edecek iki yazıyla sosyal medyada önüme çıkan mükemmel Ankara kronolojisini aktararak başkentte saygı ve sevgilerimi sunmak istedim. Önce 1980’e kadar ki bölüm:

ADI PİKNİK'Tİ…Bir benzeri yoktu. İstanbul'da kapanan Orman Lokantası'ndan Tanas Mastakas Usta'yı mutfağın başına aşçıbaşı olarak getirmişler, eşi benzeri olmayan mezeleri, şişleri, sandviçleri yolda yürürken herkesin birbiriyle selamlaştığı, en temiz giysileriyle ailecek dolaştıkları Kızılaylılara sunmaya başlamışlardı. Şarküterisi, ayak yeri, sandviçi, oturma yeri ile bir benzeri olmadığı için belediyeden küşat alma aşamasında ne birinci sınıf, ne de ikinci sınıf olarak değerlendirilebilmişti. Sonunda, yıllar sonra bu tip işletmelerin küşatlarında "Piknik" sınıfı yazacağını bilmeden, "Brasseri" diye bir kelime, Lüks Sınıf'ın yanına da "A Sınıfı" diye bir ifade uydurularak küşat alınabilmişti.Hizmet mükemmeldi; garsonlar bıyık bırakamaz, sigara içemezdi. Kasada çalışan, müşterinin parasını aldığında güler yüzle teşekkür etmezse aşağıdan Reşat Bey'in tekmesini yerdi.

Parti ve takım tutmak yasaktı, kapılar ardına kadar bütün Ankaralılara açıktı. Büyük para verip, Markiz'den, İtalyan Sefareti'nden, Orman'dan, Degustasyon'dan büyük ustalar getirmişler, bir daha eşi zor bir araya gelecek mükemmel bir kadro kurmuşlardı. Örneğin şef garson Vasil Lupi beş dili ana dili gibi konuşurdu, çok keyiflendiğinde yüksek sesle Arnavutça şarkılar söylerdi. Reşat ile Vahit'te hiç patron görüntüsü yoktu; oradan oraya koşuyorlardı, kimi zaman paltosunu tuttukları müşteriler bahşiş veriyorlar, onlar da bahşişi personele dağıtıyorlardı. Önce kocaman bir kokteyl bardağının kesilmiş halini Paşabahçe'ye götürdüler ve bu dev bardaktan üç bin adet yaptırdılar. Bu bardaklarla da taze Atatürk Orman Çiftliği birasını bir Piknik klasiğine dönüştürerek buz gibi "Arjantin" olarak müşterilerine sunmaya başladılar. Rakı uzun oturma gerektirdiği için rakı vermiyorlardı. Piknik dünyada henüz "fast food" imparatorlukları yokken, kendine özgü bir "fast food" merkezi haline gelmişti. Adam almaz kalabalıkta enfes şişler, sosis tavalar hiç gecikmeden servis yapılırken artık işe yetişemiyorlardı. 1955'de Muhsin Ertuğrul'un operadaki muhteşem balosunda yedi yüz elli beş kişiye hizmet eden de Piknik'ti. Dolup taşan Tuna Caddesi 1/A'da hepsi sigortalı yüz kişi çift vardiya çalışıyordu. Günde iki bin beş yüz,  üç bin sandviç satıldığı oluyordu.

O kadar çok para kazanıyorlardı ki, Kızılay Meydanı'ndaki "İş Bankası Kumbarası" şeklindeki saat artık oldukça geç vakitleri gösterdiğinde, hasılatlarını özel olarak onlar için bekletilen bir banka görevlisine teslim ediyorlardı. Koç'tan sonra Ankara'da en yüksek ikinci vergiyi ödeyen onlardı. Senenin 364 günü çalışıyorlardı. Piknik'i bir tek 10 Kasım'da kapatıyorlar, şu anda Vahit Önat'ta bulunan kalpaklı yağlı boya Atatürk tablosunu kırmızı beyaz karanfillerle süslüyor, üzerini siyah tülle örtüp vitrine koyuyorlar, akşam da ışıkla aydınlatıyorlardı. Bir gün dönemin Ankara Valisi Kemal Aygün'den haber geldi; Cumhurbaşkanı Celal Bayar yürüyerek Piknik'e gelecekti. Derken Celal Bayar beyaz eldivenleriyle kapıda belirdi. Meyve suyunu içti ve bir hatıra fotoğrafı çektirdi. Bu fotoğrafı "Cumhurbaşkanımızın Ziyareti Hatırası" diye, 1960 İhtilali sırasında başlarına gelecekleri hiç bilmeden, sandviç bölümündeki saatin altına astılar. 1960'da, "555 K" günlerinde Kızılay kaynarken, olaylardan kaçanlar, sanatsevenler, gazeteciler, hukukçular cemiyetleri arasında yer alan Piknik'e sığınıyorlardı. Derken 27 Mayıs geldi. Sokağa çıkma yasağı vardı; ne olduğu, ne olacağı belli değildi ve o saatin altındaki fotoğraf kalkmalıydı.

Mithatpaşa Caddesi'nde oturan Reşat Önat, sokakta yolunu kesen askerlere "Piknik'te otomatik aletlerin olduğunu, bunların tehlike yaratabileceğini" söyleyerek Piknik'e ulaşabiliyor ve fotoğrafı yerinden kaldırıyordu. Piknik civarında gece gündüz nöbet tutan Harp Okulu öğrencilerine sandviç, meşrubat, su veriyorlardı. Bu arada örfi idare komutanı çağırdı: "O fotoğraf neden kalkmıştı?" Tam "bizler ticaret erbabıyız, bizde siyaset yoktur; o bir hatıra fotoğrafıydı ve inatlaşmamak için indirilmişti" diye izahat yaparlarken karşılarında daha önce hep sivil kıyafetleriyle görmüş oldukları, Piknik'e gelip harıl harıl bir takım planlar yapan devamlı müşterileri "Milli Birlik"ci Ekrem Acuner, Fikret Kuytak ve daha sonra Yassıada Başsavcısı olacak Ömer Altay Egesel'i buldular; hayret ve sevinçle kucaklaştılar. O dönem kuruluş isimlerinin Türkçeleştirilmesi uygulaması başlamış ve "kendilerine Piknik" isminin yabancı olduğu, "en geç yarına kadar" değiştirilmesi söylenmişti. Kara kara düşünürlerken yine müşterileri olarak gelen, köşkte de doktorluk yapan Yarbay Kenan Kayır, bir komiye on lira verip yandaki Kültür Kitabevi'nden bir lügat aldırtmış, Piknik'in tarifinin olduğu lügatı ilgililere gösterip, kim bilir neyle değişecek "Piknik" ismini kurtarmıştı. Böylece bulvara bakan, geceleri yemyeşil yanan o neon "Piknik" yazısı da yerinde kalabilmişti.

SÜRECEK…