OSMANLICILIK OYNAYANLAR

Bak hele bak bak; İçişleri Bakanlığı Tunç Soyer’e Vahdettin’e hakaret ettiği gerekçesi ile soruşturma açmış!

Bakanlık hem de Tunç Soyer’in Mustafa Kemal Atatürk’ün Nutuk’ta yazdığı sözleri tekrarlamasını suç kabul etmiş!

Peki, soruyorum şimdi bu içişleri Bakanlığı Cumhuriyet’in Bakanlığı mı yoksa kaçak padişahın hizmetinde bir kurum mu?

Ne yazıktır ki Osmanlıcılık oynamak günümüzde çok moda oldu, Osmanlıcılık oynayan bu taifenin çok önemli bir kısmı Osmanlı’yı hiç bilmiyor ve bilmediği içinde kolayca kandırılıyor ama diğerleri Cumhuriyet’i yıkmak, Cumhuriyet’in temellerini aşındırmak için Osmanlı imajını kullanıyor.

Milliyetçilik en temelinde bir milletin egemenlik hakkını savunan dünya görüşü ve ideolojidir amma ve lakin ülkemizde Osmanlıcılık oynayanların çok önemli bir kısmı kendini milliyetçi olarak tanımlayanlar arasından çıkıyor.

Tarihsel gerçeklere bakarsanız: Modern çağlara kadar halkların, daha da doğrusu insanların egemen olduğu bir toplum düzeni mevcut değildi.

Hemen hemen bütün dünyada “ben asil kandan geliyorum” ve “beni ilahlar seçti” yalanları üzerine bina edilmiş; firavunluk, imparatorluk, krallık, şahlık, padişahlık, sultanlık yahut da çarlık gibi unvanlara sahip hükümranlıklar mevcuttu.

Bu hükümdarlar yeryüzünde bazen bir ilahın kendisi, bazen temsilcisi ve bazen de yeryüzündeki gölgesi olduklarını iddia eder, hükmetme hakkının kendi soyuna bir ilah tarafından verildiğini ve o ilahın yasalarını uyguladıklarını söylerlerdi.

Hükümdarların özel imtiyaz tanıdığı ruhban sınıfı ve tapınak ehli de bu iddiayı tasdik etme makamıydı. Bu düzen karşılıklı bir “kazan kazan” yahut da “sen benim sırtımı, kaşı ben de seninkini” düzeniydi.

Elbette bu düzende olan kul yahut da köle konumunda bulunan sıradan insanlara oluyordu. Asiller saraylarda, ruhban sınıfı tapınaklarda bir elleri yağda bir elleri balda gününü gün ederken sıradan insanlar bu lüksün bedelini emekleri, vergileri ve hatta bazen de kanları ve canları ile ödüyorlardı.

Binlerce yıl boyunca yeryüzüne egemen olan bu adaletsiz düzene karşı ilk başarılı isyan 1776 Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ile başlayan devrimdir, ikincisi ise 1789’da Fransız Devrimi ile ortaya çıktı.

Amerika’da farklı ırk, din, dil ve kültürden gelen halklar birleşti, İngiliz Monarşisinin egemenliğini yıktı ve halk egemenliğine dayalı anayasal bir cumhuriyet kurdu. Bu aslında tarihin ilk gerçek milli devleti oldu.

Fransa’da halk bir devrim gerçekleştirerek asil ve ruhban sınıflarının hükümranlığına son verdi ve yerine sıradan halkın, Fransız milletinin egemen olduğu bir milli Cumhuriyet kuruldu.

Bu iki devrim ve milliyetçilik dalgası tüm dünyada hızla yayıldı ve hem kendini asil olarak takdim eden hanedanların ve hem de kendini tanrının vekili olarak tanıtan ruhban sınıfının egemenliği birçok ülkede son buldu. İlahi olduğu iddia edilen kölecil yasaların yerini ise insani yasalar ve anayasalar aldı.

Üçüncü büyük halk devrimi Rus Çarı’na karşı savaşan Bolşevikler tarafından 1917 tarihinde gerçekleştirilmiştir

Yüzlerce yıl çeşitli hanedanların egemenliği altında kul konumunda yaşamak zorunda kalmış olan Türk halkı ve Türk aydınları da elbette dünyadaki bu gelişmelere kayıtsız kalmadı. Türk Milletinin egemenlik hakkını savunan Türkçülük ve Türk Milliyetçiliği düşüncesi çok büyük bir hızla yayıldı, çok geniş bir taraftar kitlesi buldu.

Daha sonra gelen 4. Büyük Devrim ise Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde 19 Mayıs 1919 tarihinde başlatılan Türk Devrimidir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi ordusu hem işgalci yabancı güçleri ve hem de Osmanlı hanedanı ordusunu yenerek 29 Ekim 1923 tarihinde Anadolu topraklarında Türkiye Cumhuriyetini kurdu. Türk Devrimi Batı Uygarlığına ait olarak kabul edilmeyen doğulu bir toplumda başarılan ve diğer toplumlarda da “bizde başarabiliriz” umudunu uyandıran ilk devrimdir.

Buraya kadar yazdıklarım hemen herkes tarafından bilinen siyasi ve tarihi gerçekler ama asıl vurgulamak istediğim 12 Eylül sonrasında beyni yıkanan ve kendisini Türk Milliyetçisi olarak tanımlayan bir kesimin yaşadığı Osmanlı hayranlığında ki tuhaf çelişki. Bu kesim Osmanlıcılık oynayarak Türk Milliyetçiliği yaptığını falan zannediyor.

Bu kesimde yaygın bir şekilde görülen Türk milliyetçiliğini bir devlet ideolojisi haline getiren Mustafa Kemal Atatürk düşmanlığı ve Abdülhamit gibi despot ya da Vahdettin gibi kaçak sultanlara gösterilen hayranlık ise çelişkinin bir diğer önemli unsurudur.

Buradan bu kesime seslenmek istiyorum; bakın bir tercih yapmak zorundasınız ya doğru dürüst Türk milliyetçisi olur, Türk milletinin egemenlik haklarını savunursunuz veyahut da Osmanlıcı ve saltanat taraftarı olur bir ailenin egemenlik haklarını ve muhayyel ilahların gönderdiği iddia edilen hukuki düzeni savunursunuz anlarım, lakin ikisi bir arada mümkün değil olmaz.

İkisini bir arada yürütmeye çalışırsanız kafa karışıklığından ayaklarınız birbirine dolanır bir menzile de varamazsınız. Ayrıca bir milleti oluşturan genetik ve kültürel kökler geçmişe uzansa dahi milliyetçilik geçmişe değil günümüze ve geleceğe ait bir ideoloji ve düşünce biçimidir. Bir milliyetçi asla geçmişte yaşamamalı, enerji ve gücünü geçmişte yaşanmış olaylar için tüketmemelidir.

Diğer yandan Türk milletinin egemen olmadığı hiçbir devlet Türk devleti değildir, olamaz. Geçmişte kurulmuş ve geniş kesimlerin Türk devleti diye tanımladığı devletlerin tamamı bir ailenin, bir hanedanın egemen olduğu Türk halkının ise kul ya da köle konumunda olduğu, Türk halkını sömüren devletlerdir. Bu devletlerin ve bu hanedanların başarısı ya da başarısızlığı ile övünmek ya da yerinmekle vakit kaybetmeye gerek de yoktur, zaman israfıdır, kimseye bir faydası da dokunmaz.

Türk milliyetçileri bu gerçeklerin farkına vararak silkinmeli, Mustafa Kemal Atatürk’ün izinden ayrılmamalı, kendilerine gelmeli ve geleceğe odaklanmalıdır.