Osmanlı Padişahları ve Mülkleri

Son günlerde yazılan bazı yazılardan anladığım kadarıyla gençlerimize iyi bir tarih bilgisi verememişiz. Bu yüzdendir ki kavramlar, deyimler, olaylar birbirine karıştırılıyor. Temel eğri başlayınca duvar da doğru olmuyor.Bir kısım vatandaşlarımız Osmanlı döneminde hiçbir hırsızlık, hiçbir yolsuzluk olmadığına samimi olarak inanıyor. Osmanlıyı gözü kapalı olarak seviyor ve kutsuyor.

Son günlerde yazılan bazı yazılardan anladığım kadarıyla gençlerimize iyi bir tarih bilgisi verememişiz. Bu yüzdendir ki kavramlar, deyimler, olaylar birbirine karıştırılıyor. Temel eğri başlayınca duvar da doğru olmuyor.Bir kısım vatandaşlarımız Osmanlı döneminde hiçbir hırsızlık, hiçbir yolsuzluk olmadığına samimi olarak inanıyor. Osmanlıyı gözü kapalı olarak seviyor ve kutsuyor.

Diğer bir kısım vatandaşlarımız da Osmanlı’ya körü körüne bir düşmanlık besliyor. 1923 yılında Osmanlı düşmanlığının bir amacı, bir anlamı vardı. Ama bugün artık yok. Osmanlı artık tarih olmuştur. II. Dünya Savaşı artık bitmiştir. Ormanda saklanan ve II. Dünya Savaşı’nın halen devam ettiğini sanan Japon asker gibi davranmak anlamsız.

1923 yılında Osmanlı hakkında övücü bir söz söylemek yanlış anlaşılabilirdi. Yeni cumhuriyeti halka benimsetmek için eskiyi kötülemek anlaşılabilir, mazur görülebilir bir hareketti. Ama Cumhuriyetin 98. yılında Osmanlıyı kötülemek gibi bir görevimiz, bir mecburiyetimiz yok. Tıpkı hak etmediği bir övgüyü yapmak zorunda olmadığımız gibi.

Osmanlı Devleti 623 yıl boyunca Türklüğün en uzun ömürlü, en büyük cihan devleti olmuştur. Osmanlı da, Selçuklu da, Göktürk de, Uygur da bizim devletimizdir. Osmanlı Devleti, günahı ile sevabı ile tarih olmuştur. Bir tarih konusu nasıl incelenirse Osmanlı Devleti de aynı şekilde bilimsel ölçülerde incelenecektir. İyisine iyi; kötüsüne kötü demek bizim görevimizdir. Osmanlı Devleti’nin Türk tarihine ve medeniyetine katkılarını inkâr etmek Türklüğümüzü inkâr etmenin bir başka şeklidir. Osmanlı Devleti’ni yanlış ve noksanları olmayan ideal bir devlet ve toplum olarak görmek de bilimin ilkelerine aykırıdır.

Osmanlı padişahları içerisinde Fatih, Yavuz, Kanunî gibi büyük padişahlar olduğu gibi I. Mustafa gibi tam anlamıyla “deli” bir padişah veya I. İbrahim gibi dengesiz, yarı deli padişahlar da olmuştur. I. İbrahim devleti zarara uğrattığı için; IV. Mehmet (Avcı Mehmet), av düşkünlüğü yüzünden devlet işlerini ihmal ettiği için; V. Murat akli dengesi yerinde olmadığı için ulema ve askerin kararıyla tahttan indirilmiştir.

Osmanlı padişahlarını astığı astık, kestiği kestik zorbalar olarak görmek doğru değildir. Padişah tek adamdır. Kararları kesindir, tartışılmaz. Ama gücü sınırsız değildir. IV. Murat padişah olduğunda yetkilerini kullanabilmek için yıllarca beklemek ve Topal Recep Paşa’ya katlanmak zorunda kalmıştı. II. Abdülhamit tahta oturabilmek için ihtilalcilere istedikleri bütün güvenceleri vermek zorunda kalmıştı.

Bütün ülkeyi padişahın şahsi mülkü sanmak cehaletin zirvesidir. Osmanlı toprak sistemine göre fethedilen topraklar mirî topraklardır. Padişah Osmanlı timar sistemi içerisinde bu toprakları has, zeamet, timar olarak dağıtılır. Bir kısmını da o toprakları ülkeye kazandıran gazilere mülk veya eşkincili mülk, yurtluk ve ocaklık olarak verir. Devlete ait topraklara mirî veya emirî topraklar adı verilir. Padişahın bu toprakları birisine mülk olarak verebilmesinin de şartları vardır. Bunun için Ömer Lutfi Barkan’ı okumak gerekir.

Osmanlı padişahlarının fethettikleri toprakların tapusunu kendi üzerlerine çıkardığını söyleyebilen bir kişi hiç tarih bilmediğini ilan etmiş olmaktadır. Herkes kendisini tarihçi sayınca bu tür garabetlerle sık sık karşılaşmak zorunda kalıyoruz.

Halil İnalcık merhum ciltlerle kitap yazdı. Ömer Lutfi Barkan, timar sistemini İslâm Ansiklopedisi’ne yıllar önce yazdı. Fethedilen topraklarda “tahrir”, yani nüfus ve arazi sayımı yapılır ve timar sistemi uygulamaya konulurdu. Hass-ı hümayun olarak ayrılan topraklar veya gelir kaynakları hazine-i hâssaya ayrılırdı. Hazine-i hâssa, yani “İç Hazine”. Ama bu hazine de padişahın şahsî hazinesi değildir. Devletin yedek hazinesidir. Padişahın şahsi hazinesi ise “ceb-i hümâyûn”dur.

Bence herkes kendi mesleğini yapsa daha iyi olacak. Nasıl ki ben bir tarihçi olarak en basit bir apandist ameliyatını bile yapamıyorum, bir cerrah da gelip tarih konusunda ahkam kesmemelidir. Tarihi sevmek başka, tarihçiliğe soyunmak başka. Herkes Müslüman olsa da herkes fetva veremez. Verirse ne olur. Hiçbir şey. Sadece kendi kendisini rezil etmiş olur, o kadar.

Milliyet kavramının 1789 Fransız İhtilâli’nden sonra yaygınlık kazandığını bilmeyen birisinin Osmanlı padişahlarının Türklüğünü sorgulamaya kalkması doğru bir davranış olmaz. Kul kime denilir, köle kime denilir, esir kimdir bu kavramları da birbirine karıştırmamak gerekir. Karşısındakine “bendeniz” diye hitap eden bir kimse elbette o kişinin kölesi filan değildir.

Padişahın kulları yeniçerilerdir, cariyelerdir. Tebaa, saygıdan dolayı “kul” kavramını kullanır. Aslında hepsi de “hür” insanlardır. Ama rejim krallıktır, padişahlıktır. Günümüzün devlet yönetim sisteminden elbette ki farklıdır. Bu yüzdendir ki 1922’de padişahlık kaldırıldığı zaman ülkenin hiçbir yerinden bir tepki hareketi doğmamıştır. Aksine Rauf Orbay, Kâzım Karabekir gibi devlet adamlarının önergeleri kabul edilerek saltanatın kaldırılması milli bayram olarak ilan edilmiştir.

Dini ve milli değerlerimiz ortak değerlerimizdir. Bunları hiç kimsenin, hiçbir kuruluşun şahsi malı haline getirmeye çalışması doğru değildir. Hiç kimse dini tekeline alamayacağı gibi, bayrağı da, Atatürk’ü de tekeline alamaz. Bunlar bizleri ayrıştıracak değerler değil, birleştirecek, bir araya getirecek ortak değerlerimizdir.