Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, oy çokluğuyla Osman Kavala’nın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) havale edilmesine karar verdi. Bu karar ile birlikte Türkiye’ye karşı ihlal prosedürü resmen başlatılmış oldu. Bu prosedür Türkiye’ye karşı ilk, Avrupa Konseyi tarihinde de ikinci ihlal prosedürü olarak tarihe geçti.
Bu karar sonrasında konuşan Erdoğan bir gazetecinin sorusu üzerine, “Bizim mahkemeleri tanımayanları biz tanımayız. Bunu çok net söylüyorum. Bizim mahkemelerimizin vermiş olduğu kararlar var. AİHM ne demiş, Avrupa Konseyi ne demiş, bizi çok ilgilendirmiyor. Biz kendi mahkemelerimize saygı duyulmasını bekliyoruz. Bizim mahkemelerimizi tanımayanları biz de tanımayız.” ifadelerini kullandı.
Erdoğan’ın bu açıklaması üzerine Süleyman Demirel’in o çok meşhur “Meseleleri mesele etmezseniz ortada mesele kalmaz” sözü geldi aklıma.
Erdoğan “Biz kendi mahkemelerimize saygı duyulmasını bekliyoruz” diyor ve lakin bir mahkemeye, bir mahkeme kararına saygı duyulabilmesi için önce o mahkemenin saygıdeğer kararlar alması gerekmez mi?
Siyasi saikler ile muhalefeti susturmayı amaçlayan mahkeme kararları olursa bu kararlara saygı duyulabilir mi?
Çok yakın geçmişte bu ülkede FETÖ terör örgütünün güdümüne giren savcılar, hâkimler mahkemelerde bir sürü saygı duyulmayacak kararlar üretmedi mi?
Sonuç olarak Hitler’in, Mussolini’nin ya da Stalin’in de mahkemeleri bu mahkemelerde karar veren hâkimleri vardı, bu gün kaç kişi bu mahkeme kararlarını onaylıyor, bu mahkeme kararlarına saygı duyuyor?
Saygıdeğer kararların temel ölçütü mahkemece verilen kararların adalete, insan hak ve özgürlükleri ile evrensel hukuk normlarına uygun olması değil midir?
Biz mahkemelerimizin bu normlara uygun kararlar verdiği ve vereceği iddiası ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) denetimini kabul etmedik mi?
Biliyoruz ki Avrupa Konseyi üyesi devletlerin dışişleri bakanları tarafından Roma’da 4 Kasım 1950 tarihinde imzalanmış ve 3 Eylül 1953 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
2015 yılı Mayıs ayı itibariyle, Avrupa Konseyi üyesi 47 devletin tümü Sözleşme’ye taraftır. Biz bu sözleşmeden çekildik, Avrupa Konseyinden ayrıldık ta bizim mi haberimiz yok?
Bakınız Türkiye, Sözleşme’yi 4 Kasım 1950 tarihinde imzalamış, 18 Mayıs 1954’te sözleşmeyi onaylamış, 28 Ocak 1987’de de bireysel başvuru hakkını tanımıştır. Mahkemenin zorunlu yargı yetkisini ise 28 Ocak 1990’da kabul etmiştir.
Sözleşme’ye taraf devletler veya Sözleşme’nin ihlalinden mağdur olduğunu iddia eden herkes, Sözleşme’de yer alan haklarından birinin veya birkaçının taraf devlet tarafından çiğnendiği iddiasını içeren bir dilekçe ile AİHM’e başvuruda bulunamıyor mu?
Tekrar soruyorum biz Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi hükümlerine bağlı, bu sözleşmeye taraf bir devlet değil miyiz?
Osman Kavala kararını “AİHM kararları bizi bağlamaz” şeklinde değerlendiren Cumhurbaşkanı Erdoğan, 10 aylık hapis cezası, sicil kaydının temizlenmesi ve milletvekili seçilebilmek için AİHM’e üç kez başvurmadı mı?
Buradan iktidara sesleniyorum; bakınız AİHM kararları herkes için bağlayıcı ve kesindir, uymazsan yaptırımlar gelir, kırmızı kart görür demokrasi sisteminin dışına çıkarılırsın.
Erdoğan, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanıyken, 14 Temmuz 1996 günü Milliyet Gazetesi’nde çıkan Nilgün Cerrahoğlu imzalı söyleşide “Demokrasi bir tramvaydır, gittiğimiz yere kadar gider, orada ineriz” ve “Demokrasi amaç değil araçtır” demişti.
Bu sözlerinden sonra acaba Erdoğan’ın inmek istediği durağa mı geldik diye insan merak etmeden duramıyor.