Suriye’de yıllardır süregelen iç savaş, muhalif grupların, ellerini kollarını sallayarak bir hafta içerisinde Şam’a ulaşması ve 61 yıllık Esat Ailesi diktatörlüğüne son vermesi ile boyut değiştirdi. Muhaliflerin Halep’e doğru ilerlemeye başladığı ilk günlerde “Sarıkamış Felaketi Unutulmamalı” başlıklı bir yazı kaleme almıştım ve Sonsöz’de yayınlanmıştı.
O yazımda, 1914 yılında yaşanan Sarıkamış felaketinden söz etmiştim. Osmanlı ordusuna danışmanlık yapan Alman generalin, Enver Paşa’yı yanıltması sonucu, Aralık ayında Ortaasya’ya, Turan’a sefer düzenleyen Osmanlı ordusunun, Sarıkamış’ta Rus askerleri ile savaştığını, ağır kış koşullarının da etkisiyle büyük zayiat verdiğini özetlemiştim ve “Suriye’deki gelişmelere çok dikkatli yaklaşmalıyız. Sınırlarımızı ve ülkemizi sıkı şekilde korumak, en doğru seçeneğimizdir” demiştim.
Bu yazımı izleyen günlerde yakınlarımızı ve dostlarımızı ziyaret için İskenderun’a gittik ve bir süre orada kaldık. Yüz kilometre bile olmayan ötemizdeki komşumuz Suriye’de yaşananları, televizyon ekranlarında ve sosyal medyada adım adım izledik.
Suriye’de askeri üsleri bulunan Rusya ve ABD, muhaliflerin ilerlemesine en küçük bir tepki göstermediler. 61 yıllık Baas diktatörlüğünün yıkılmasını ilk kutlayan, Afganistan’daki şeriatçı Taleban rejimi oldu; arkasından İsrail Başbakanı Netenyahu, Suriye’deki gelişmelerden büyük memnuniyet duyduğunu ilan etti; aynı sıralarda Suriye’nin güneyinden harekete geçen İsrail ordusu, Golan tepelerini ele geçirdi, savaş uçakları ile Suriye’deki tüm askeri birimleri bombalamaya, yok etmeye başladı. Netenyahu, Suriye’de ele geçirdikleri topraklardan geri çekilmeyeceklerini ilan ederken, Suriye’nin başına geçen HTŞ’nin lideri Colani de “İsrail ile savaşmak niyetinde değiliz” şeklinde bir açıklama yapıyordu.
Sekizyüzelli km. sınırımız bulunan komşumuz Suriye ile ilgili bugüne kadar çok sert ve inişli çıkışlı ilişkilerimiz oldu. 2002 yılında büyük parlamento çoğunluğu ile iktidara gelen Ak Parti, ilk yıllarda Suriye ile dostluk ve kardeşlik ilişkilerimizi geliştirdi. 2005 yılında Suriye sınırımızı, mayınları temizlemesi karşılığında İsrail’e bırakan anlaşma sağlandı, muhalefetin başvurusu üzerine bu anlaşma, Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildi.
2011’lerde başlayan ve Arap Baharı diye adlandırılan sürecin Libya, Tunus, Mısır, Filistin üzerinden ilerleyerek Suriye’ye ulaşması üzerine ‘Kardeşim Esad’ dönemi bitirildi, ‘Katil Esed’ dönemine girildi. Suriye’de iç savaş patladı, ABD’si, Rusya’sı bu iç savaşa müdahil oldu. Yıllardır mücadele ettiğimiz bölücü terör örgütü PKK, yandaş örgütlerle birlikte Suriye’nin kuzey kesimlerinde yeni yapılanmalara kalkıştı; bu bölgelere çok sayıda askeri operasyonlar düzenledik, sınırımıza yakın bölgelerde güvenlik koridorları oluşturduk.
İç savaştan kaçan milyonlarca Suriyeli, ülkemize sığındı; bunları Irak’tan, Afganistan’dan, hatta Afrika ülkelerinden gelen sığınmacılar, El Kaide, El Nusra, IŞİD, Deaş, İBDA-C, Hizbullah, hatta PKK, KCK. YPG gibi terör örgütleri izledi; ülkemizi bir sığınma ve derlenip toparlanma yeri olarak kullandılar. 2005’lerde mayınları temizlemesi karşılığında İsrail’e bırakmaya kalkıştığımız Suriye sınırımıza, sonunda güvenlik duvarları ördürmek zorunda kaldık.
Dış politikada attığımız her adım duvara tosladı. Uyarıda bulunan dostlarımıza, “Aklınızı kenindize saklayın, ne yapacağımızı biz iyi biliriz,” diye tepkiler gösterdik; bir ara tüm komşularımızla ve dış dünya ile ilişkilerimizi sıfır noktasına indirdik ve bunun adına da “Değerli yalnızlık!” dedik.
Ortadoğu ülkelerinde bitmek bilmeyen çatışma ve savaşlar karşısında muhalefetin sürekli, “ Türkiye’yi Ortadoğu bataklığına sürüklemeyin” çağrıları, hiç bir karşılık bulamadı. Nitekim on üç yıl aradan sonra Suriye’de muhaliflerin devleti ele geçirmesi, ülkemizde MHP destekli Ak Parti iktidarının zafer kutlamalarına dönüştü.
‘Üç ayda Şam’a gider Emeviye Camii’nde namaz kılarız’ dediler, üç ayda bunu gerçekleştiremediler ama on üç yıl aradan sonra Şam’da Emevi’ye Camii’nde namaz kıldılar.
ABD’nin yeni seçilen ve 20 Ocak’ta Joe Biden’den görevi devralacak olan Başkanı Trump, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a övgüler dizdi; “Cumhurbaşkanı Erdoğan çok akıllı ve çok güçlü, iyi anlaştığım biri, çok güçlü bir ordu kurdu, Suriye’nin anahtarı Türkiye’nin elinde olacak” gibi sözler etti. Oysa biz Trump’u, Erdoğan’a “Akıllı ol” diyerek yazdığı mektuptan biliriz, “Al papazı ver papazı” tartışmasından, bir gecede Rahip Brunson’un ABD’ye gönderilmesinden hatırlarız. Trump, Erdoğan ve Türkiye hakkında bu övgüleri dizerken, Avrupa Birliği sözcülerinden de benzeri açıklamalar geldi.
Ancak, çok sayıda terör örgütünün el ele vererek yönetimi ele geçirdiği, değişik din, mezhep ve etnik gruplardan oluşan toplumsal yapısı ile Suriye’de, yakın bir gelecekte huzuru sağlayacak bir düzenin kurulması çok zor görülüyor.
Emperyalizmin, “Parçala, böl, yönet” politikalarının son ve en büyük örneği olan Büyük Ortadoğu Projesi (BOP), Suriye’deki son gelişmelerle yönünü Türkiye’ye çevirmiş görülüyor. ABD Dışişleri Bakanı Kondoleza Rays, 2002 yılında BOP’u, “Ortadoğu’da Türkiye’nin de içinde bulunduğu 22 devletin sınırları değişecek, bölgenin siyasal yapısı yeniden şekillendirilecek,” diye açıklamalar yapmıştı.
Türkiye olarak, Ortadoğu bataklığının bir çakıl taşına bile muhtaç değiliz, zaten heveslensek de günümüz dünyasında bize o toprakarda nefes bile aldırmazlar. 1940’larda burnumuzun dibinde yaşanan ve altmış milyon insanın ölümüne yol açan İkinci Dünya Savaşı’nda olduğu gibi, Ortadoğu bataklığındaki çatışmalara da mesafeli durmalıyız, bir tek insanımızın burnunun kanamasına da fırsat vermemeliyiz...
Bırakın, Türkiyemiz, hepimize yeter.