Sayıları on binlerle ifade edilse de toplumda ciddiye alınmayan, kitlelerle bütünleşemeyen örgütlerle “örgütlü toplum” olunmaz. Kendi üyelerini bile harekete geçirmekte zorlanan ya da üyelerin bile “örgüt olarak”, ait oldukları birlikteliğin bütününü değil yöneticilerini gördüğü kuruluşlarla da “örgütlü toplumdan” söz edilemez.
***
Örgütlülük asıl olarak kentlerde, kentlileşmiş toplumlarda görülür. Bu anlamda kentler bir örgütler topluluğudur. İnsanlar, kentlileştikçe örgütlenir, örgütlendikçe kentlileşirler. Birbirini ardışık olarak sürekli etkileyen bu ikili süreç; toplumdaki demokratikleşmenin, çağdaşlaşmanın, toplumsal ilerlemenin temel taşlarındandır.
Söz konusu örgütler, insanların birtakım niyetlerle bir araya gelerek oluşturdukları yapılanmalar değildir. Birkaç kişinin bir araya gelmesiyle kolayca oluşturulan kuruluşların “örgütlü toplum” kavramıyla ilgisi yoktur. Bunlar, insanların yaşam koşullarını çağın gereklerine uydurmak için ülkeyi ya da kenti yönetenler karşısında bir baskı grubu oluşturacak nitelikte değillerdir. Bu tür kuruluşlar çok başka doğrultulardaki etkinliklerle varlıklarını sürdürürler.
Örneğin, kente göçen insanlardan bazılarının kurduğu hemşehri dernekleri ya da inanca dayalı tarikatlar bu kuruluşlar arasındadır.
Örgütlülük, siyasi ya da toplumsal; ulusal ya da yerel olsun, aynı amacı paylaşan insanların yalnızca bir araya gelmesi olarak da anlaşılmamalıdır. Bir araya gelmek örgütlenmek için zorunlu bir başlangıçtır ama oluşturulan bu yapı henüz örgüt değildir. Bu birlikteliklerle yapılan çalışmalar toplumda dikkate alındığı ölçüde söz konusu yapılanmalar gerçek örgüt kimliği kazanır.
***
Sağlıklı bir örgütlülük, örgütlenenlerde, ortak amaç bağlamında bilgi, deneyim, birikim, beceri, gerçekçilik, kararlılık, dayanışma ve özveri gerektirir.
Bu örgütlenmede;
- Nitelikleriyle en öne çıkanlar örgütü yönlendirirler.
- Karar alma süreçlerinde sınırsız bir demokratik işleyiş ve örgüt içi saydamlık vardır.
- Üyelerin, gerekli gördüklerinde yöneticileri görevden almak için “geri çağırma haklarını” kullanması hiçbir şekilde engellenmez.
- Üyeler arasında cinsiyet ayrımı, hizipçilik, hemşehri / inanç / etnisite / akraba temelli gruplaşmalar gibi feodal kültür kalıntılarına yer yoktur. Bütün bunların yerini yoldaşlık/amaç birliği almıştır.
- Yönetimle üyeler ve üyelerin kendi arasındaki örgüt içi ilişkiler yapılanmayı güçlendirmeye; üyelerin eğitimine, niteliklerinin yükseltilmesine ve örgütün toplumla bütünleşmesini yaygınlaştırmaya yöneliktir.
- Örgütün amaçları doğrultusunda yapılan çalışmalar, toplum adına değil toplumla birlikte sürdürülür.
- “Somut durumun somut tahlili” ile saptanan sorunlar için önerilen çözümler öncelikle topluma mal edilmeye çalışılır.
- Toplumun güncel öncelikleri örgütün önceliklerinin arkasına bırakılmaz.
- İçeriği (muhtevası) açıkça anlaşılır biçimde topluma anlatılmadan eyleme geçilmez.
Ancak böyle örgütlerle donanmış toplumlarda örgütlülükten söz edilebilir ve ancak bu toplumlar egemen azınlığın hegemonyasını kırabilir.
***
İlk sınıflı toplumların kölecilikle ortaya çıkışından günümüze değin insanlık, binlerce yıldır hep büyük çoğunlukların zararına yönetilmişse bunun başlıca nedeni yönetilenlerin örgütsüzlüğüdür.
Oysa toplumları yönetenler her zaman örgütlüdürler ve egemenliklerini bu sayede sürdürebilmişler; hoşnutsuz kitleleri yenilgiye uğratmışlar, insanları kendi amaçları için kullanmışlar, sömürmüşlerdir.
Tarih boyunca iktidar sahipleri, egemenliklerini yitirmemek için yönetilenlerin örgütlenmesini çeşitli yöntemlerle engellemişler, “üç tane kazı güdemeyecek olanları” bile, çok önemli görevlere gelmiş, toplumun yazgısıyla kolayca oynamışlardır. Bugün de dünyanın pek çok yerinde yaşananlar farklı değildir.
Tarih böyle okunduğunda ve günümüze böyle bakıldığında her şey o kadar berraklaşıyor ki!