Her toplumda az miktarda da olsa kötü insanlar vardır, devletler ise halkı kötü insanların şerrinden korumak için kurulmuş; temel görevi kötülüğü engellemek, kötü insanları cezalandırmak, adaleti sağlamak ve mağduriyeti gidermek olan tüzel kişiliklerdir.
Başarılı ve güçlü bir devlet; halkını kötülerden, kötülüklerden koruyup esirgeyebilen ve adaleti tesis edebilen bir devlettir.
Bazı ülkelerde ve bazı toplumlarda ise organize kötülük şebekeleri ortaya çıkar. Bunlar kendilerini yasaların üstünde ya da dışında görerek kendi ideoloji, inanç veyahut da çıkarlarını halka dayatmaya kalkarlar.
Tarihte bunun birçok örneği görülmüştür, hemen hemen hepimiz tarihin en büyük organize kötülük şebekesinin Nazi hareketi olduğu, bu şebekenin soykırım dahil bir çok insanlık suçuna imza attığı konusunda hemfikirizdir.
Organize kötülük şebekelerine teslim olan bir toplumun veyahut da bir devletin başı büyük belada ve mahvı kaçınılmazdır.
Çoğu zaman kötüler ve kötücül guruplar, arkalarına devlet gücünü almadıkça organize kötülük şebekelerine dönüşemezler.
Mafyatik guruplar, organize suç örgütleri ve terörist yapılanmalar bu organize kötülük şebekelerinin günümüzde sıkça rastlanan örneklerindendir.
Ne olduğu 15 Temmuz’da açık ve net olarak ortaya çıkan FETÖ örgütü ve elindeki rehineleri bile katletmekten bile çekinmeyen PKK yakın tarihimize damgasını vuran terör örgütleri ve organize kötülük şebekeleridir.
İdeolojik, inançsal ya da siyasi gerekçeler ile örgütlenerek yasa dışına çıkmayı marifet ve hak sayan, kendini yasalar ve mahkemeler yerine koyan bazı kesimler bu günlerde sıkça sokaklarda eylem yapıyorlar.
Bunların artık geleneksel hale gelen gazetecilere saldırı eylemlerinden birine de daha birkaç gün önce Gazeteci Levent Gültekin maruz kalmış bulunuyor.
2021 Ocak ayında Yeniçağ Gazetesi Ankara temsilcisi Orhan Uğuroğlu, Gelecek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Selçuk Özdağ ve KRT TV programcısı Avukat Afşin Hatipoğlu aynı gün ayrı ayrı saldırıya uğramışlardı.
2019 yılında da gazeteciler Sabahattin Önkibar, Ahmet Takan, Yavuz Selim Demirağ, Murat Ağırel ve Murat İde yazıları, haberleri ve yorumları nedeniyle sokak ortasında saldırıya uğramışlardı.
Sadece bu kadar mı elbette hayır; Ana muhalefet partisi lideri ve CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da 21 Nisan 2019’da Ankara’nın Çubuk ilçesinde katıldığı şehit cenazesinde polisin, jandarmanın ve kameraların gözleri önünde bir linç girişimine maruz kalmıştı.
Ülkemiz tarihinde sıklıkla görülen benzer saldırılara dair örnekleri çoğaltmak elbette mümkün, lakin saldırı sonrası ölen, yaralanan yazar, çizer, gazeteci ve aydınların tam listesini uzun uzadıya burada saymak elbette mümkün değil. Sadece simgesel birkaç ismi zikretsem ve “Abdi İpekçi”, “Uğur Mumcu”, “Çetin Emeç”, “Ahmet Taner Kışlalı”, “Turan Dursun”, “Necip Hablemitoğlu”, “Bahriye Üçok”, Muammer Aksoy”, “Hrant Dink”, “Metin Göktepe”, “Ümit Kaftancıoğlu” isimlerini saysam yeter herhalde…
Devletin birinci görevi elbette bu saldırıları önlemek, önleyecek tedbirleri almaktır ve bu tür saldırıları önleyemeyen bir devlet zaten görevini gerektiği gibi yapamamış demektir.
Fakat devletin görevi sadece saldırıları önlemek değildir önlemekte başarısız olduğu saldırıların hesabını failden sormak, bedelini suçluya ödetmek, adil bir şekilde hüküm verip, ceza kesmek de devletin asli görevidir.
Peki saldırıları önleyemeyen devletimiz, saldırganları cezalandırmak için gereğini yapabilmekte midir?
Duayen gazeteci Orhan Uğuroğlu “saldırganlar karakoldan benden hızlı çıktı, benim ifade vermem bile daha uzun sürdü” diyerek çok vahim bir durumun tespitini yapmaktadır.
Linç girişimine katılan ve Kılıçdaroğlu’na yumruk atan saldırgan, iktidar mensubu birinin hoşuna gitmeyen bir tweet atan çocuklardan bile çok daha az içeride kalmadı mı?
Bazı iktidar partisi mensupları “Osman amcamız” diye birlikte poz vermekten utanmadı mı?
Bu tip kötücül yapılar ile siyasi partilerin ilişkide olması bu yapıları büyük bir kolaylıkla “organize kötülük şebekelerine” dönüştürebilir.
Herhangi bir siyasi partinin bu tip bir yapı ile ilişki ve hatta temas halinde olması bile kabul edilemez. Fakat özellikle de devlet gücünü kontrol eden, elinde bulunduran iktidar partilerinin ya da mensuplarının bu tip yapılar ile aralarına çok net mesafe koyması, adlarının bu işlerde hiç geçmemesi gerekir. İşin açığı kötücül yapıları bir organize kötülük şebekesine dönüştüren olgu daima devletler ve iktidarlar ile kurduğu işbirlikleridir.
Bakınız organize kötülük şebekelerinin kol gezdiği, eşkıyanın şehirlerde bile boy gösterdiği bir ülkede ne dirlik düzen kalır ve nede bir ekonomik başarı.
Demadi demeyin, gazetecilerin sırayla dövüldüğü, siyasilerin saldırıya uğradığı ve ana muhalefet Partisi liderinin bile yumruklanabildiği, lakin faillerin ise ciddi bir yaptırıma ve takibata uğramadığı bir ülkede kimse yatırım ve üretim yapmaya da cesaret edemez.