Hemen hemen tüm diktatörlüklerde propaganda teknikleri algı yönetimi operasyonları için dibine kadar kullanılır. Ülkede işler kötüye gidince bu propaganda tekniklerinden en çok başvurulanı ülke içindeki durumu olduğundan çok daha iyi, ülke dışındaki durumu ise olduğundan çok daha kötü gösterecek söylemlerin yüksek sesle ve sık sık her mecrada dile getirilmesidir.
Bu sayede halk tamam bizde işler kötü gidiyor, sıkıntı çekiyoruz ama baksanıza bu sıkıntı başka yerlerde de var ve bizim halimiz gene iyi halimize şükredelim diye düşünmeye başlar kötüye giden işlere tepki vermez.
Doksanlı yılların başlarında Doğu Bloku dağılmış, zamanında halkın dış dünya ile bağlantısını tamamı ile kesen diktatörlükler yıkılmış ve bu ülkelerde yaşayan sıradan insanlar ilk defa dış dünya ile temas etmişti.
Bir vesile ile Arnavutluk Büyükelçiliğinde çalışan bir müşavir ile sohbetim olmuştu ve o müşavir bize gençliğinde ülkesinde Arnavutluk’un dünyanın en büyük, en güçlü ve en müreffeh ülkesi olduğunun öğretildiğini, televizyonda gazetelerde hep buna vurgu yapıldığını bu kadar propagandadan sonra doğal olarak kendilerinin de buna inandığını anlatmıştı. Ülkenin durumunda bir terslik hissetse de o zamanlar herkes hep birden yalan söylüyor olamaz ya diye düşünmüş konuştuğum kişi. Aynı kişi zaman zaman bu iddia ve görüşlere itiraz edenlerin olduğunu ama hükümetin onları vatan haini ve dış güçlere çalışan ajanlar olarak suçlaması nedeniyle bu görüşlerin topluma yayılmadığını anlatmıştı. Kapalı ve otokrasi ile yönetilen toplumlarda halkın algı oyunlarına kurban gitmesi elbette şaşılacak bir sonuç değil. Daha sonra Doğu Bloku yıkılıp, demir perde çözülünce bu insanlar dünya ile temas ettiler ve gerçekleri gördüler ülkeleri dünyanın en küçük, en yoksul ve en güçsüz ülkelerinden biriydi. Tabi kandırıldıklarını anlamaları onları büyük bir hayal kırıklığı ve öfkeye sevk etti.
Türkiye’de de işler kötüye gitmeye başlatınca iktidar uzunca bir süredir benzer bir algı operasyonuna girişmiş bulunmaktadır.
Recep Bey en son Amerika’da yaptığı bir konuşmada; “Amerika’da bile bugün raflar boş, Fransa’da raflar boş, Almanya’da raflar boş. Benim vatandaşım şu anda istediği her türlü ürünü marketlerde bulabiliyor.” Demişti.
Daha önce ise Recep Bey “Amerika’nın, İngiltere’nin halini görüyorsunuz değil mi? Benzin yok benzin. Almanya’da kuyruklar, Fransa’da kuyruklar, yiyeceklerini bulamıyorlar, Türkiye’de böyle bir sorun yok” diye konuşmuştu.
Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati ise, Türkiye’deki enflasyonun yüksek olduğunu söyleyen yabancı bir ülkenin bakanına, “Ben bu enflasyonla sokağa çıkabiliyorum, siz yüzde 10’la çıkamıyorsunuz” dediğini anlatmıştı.
İktidar mensuplarının bu tip konuşmalarından daha birçok örnek vermek elbette mümkündür, fakat yer darlığı nedeni ile buna gerek görmüyorum ama temel mantık ve algı yaratmaya yönelik söylemler ortada.
Peki, Türkiye de halk bu söylemlere ve algı operasyonlarına kanar mı?
Amerika Birleşik Devletleri’nin efsane başkanı Abraham Lincoln’ün “bazı insanları her zaman kandırabilirsiniz, herkesi bazen kandırabilirsiniz ama herkesi her zaman kandıramazsınız” sözünü ben çok severim, insanları kandırmak üzerine kurulu bir sistemin sürdürülebilirliği olmadığı somut bir gerçekliktir.
Kapalı ve dış dünya ile bağlantısı koparılmış toplumlarda iktidarların dışarıdaki işleri olduğundan kötü içerisini ise olduğundan iyi gösterme çabaları en azından bir süre boyunca etkili olabilir. Fakat Türkiye gibi dış dünyaya açık, iletişimin serbest olduğu ülkelerde bu tip operasyonlar nafile gayrettir ve yapanı sadece komik durumlara düşürür, milletin dalga geçmesine vesile olur.
Bu yüzden bu ülkeyi yönetenlere seslenmek istiyorum algı operasyonlarını bırakın emin olun bu operasyonların herhangi bir faydasını görmeyeceksiniz, işinize odaklanın gerçekleri açıkça halka anlatın ve enflasyon ile mücadeleye yönelik ekonomi programı uygulamaya başlayın. Yoksa demedi demiyor geliyor gelmekte olan ve bu kafa ile giderseniz akıbetten kaçamayacaksınız.