Öğretmen

Yazar şair, Zeynal Gül’ün; Barış Kitap’tan yayımlanan, Ölüm Adın Kalleş Olsun/Şair Enver Gökçe Romanı’nda atıyla oradan oraya koşturmasını okurken “Boz Atlı Hızır” geldi aklıma. “Hızır, Aleviler arasında Boz Atlı Hızır diye anlatılır. Zorda kalanların yardımına koşacak kurtarıcı kişidir. İnsanlara farklı kişiliklerde (Donlarda) görünür. Kim daha çok candan çağırmış ise ve ihtiyacı varsa  öncelik o çağıranındır.”

“Sabah namazında çıktım Kozan'dan

Gözüm yıldı hızan oğlu hızandan

Kör olmuş kahyası, düşmüş izandan

Yürü Sultan Hızır, car günün geldi

Yetiş merdan Ali, car sende kaldı”

Gül’de romanında, konudan konuya atının üzerinde Hızır gibi koşuyor yetişiyor. Belki de atının üzerinde koşan, Enver Gökçedir! Yazmak bir sanat, iyi yazmak daha iyi bir sanat okuyucusu, alıcısı çok olan bir sanat. Gül’ün romanında her konu üzerinde düşünülerek, detaylarına inilerek, 178 sayfaya o kadar çok konu yeteri kadar bilgiyle sığdırılmış ki okuyup kitabın sonuna geldikten sonra geriye dönüp baktığınızda anlıyorsunuz emeğin, bilginin ve birikimin gücünü. 

Gül’ün bu başarısının altında öğretmen olmasının payının çok büyük olduğuna inanıyorum ama şair olması da özel bir ayrıcalık bence.

Gül, biniyor Boz Atına; “Antalya, Kemer, Kumluca’ya varmadan sola sapıyor, burası Çıralı diyor bu dağlar da Olimpos Dağlarıdır, Zeus Tanrının yurdudur buralar. Dağların eteği Akdeniz, cennet arıyorsan buralardır.

 (Söylemeden geçemeyeceğim; üç beş yıl önce Olimpos’ta on gün kadar tatil amaçlı kalmıştım. O yamaçlardaki Olympos Antik Kenti Roma Dönemi Tonozlu Mezarlar ’da kırılmadık bir tane bile kalmamış, amfi tiyatro, yerleşim yerlerine ait kalıntılar, kazı çalışması başlatılmış ama öylece bırakılmış, pek çok tarihi alan bakıma muhtaç. Genişçe bir alan park yeri yapılmış, Bungalov evlerin arasından sahile inen yol, yağmurlu havalarda çamur deryası. İçim kan ağladı. Başka bir ülkenin elinde olsa başlı başına hem tarihi zenginlik hem de turizm gelir kaynağı)

...

On bin yıl gerilere gidiyor. Hititlerden, Hattilerden daha önceki dönemlere. Atım anlatıyor ben dinliyorum.

Buralarda, Eğe Bölgesi’nde “Işık insanlar” olarak bilinen bir halk yaşarmış.

Luviler!

Kendilerine özgü inançları varmış. Yaratan ve yaratılan yokmuş, yaratılmışların bütünü yaratanın kendisiymiş.

Barışçı bir halkmış aynı zamanda Luviler. Dünyada Hitit Devleti ile Mısır Devleti arasında yapılan ilk barış antlaşması Kadeş Barış Antlaşmasıdır. Anlaşılıyor ki, bu konuda da Luvilerden etkilenmiş Hititler.

Luviler, Anadolu’da barışçıl yaşamın mayasıdır.”

Yukarıda kitaptan aktardığım kesitlerden de görüleceği gibi konuları birbirine bağlayarak tarihler ve uygarlıkla arasında boz atıyla mekik dokumuş Gül.

Gül, 1940’lardan 12 Eylül faşist darbesine kadar olan baskıları, faşist saldırıları, işkenceleri ve daha pek çok yaşananları kendi duru üslubuyla okuyucularına aktarıyor.

Şair, yazar Zeynal Gül’ün kitaplarını okurken, süslemeden uzak, samimiyetin en yalın halini görüyorsunuz. Daha önce okuduğum şiirlerinde, öykülerinde hatta dost sohbetlerimizde de bu samimiyeti ve duru dili hissetmişimdir. 

Zeynal Gül, Enver Gökçe’yi yazarken kendi yöresini, öykülerini ve anılarını da ihmal etmemiş. Elbette etmemeliydi, konu insansa; sömürüye, zulme, haksızlığa uğramışsa ya da batmışsa cehaletin batağına yazarın kaleminden söz olup damlamalı ak kâğıda. 

Nasıl uğramazdı yolu, Abidin dayıya, komşusunun kapısına kar kürediği için mahkemelik olanlara, keşif tarihini 1 Temmuz’a veren hâkimin duruşma salonuna, Hüseyin Çırakman’ın bağlamasından sesin yankılandığı, Zeynal dedesinin konağına, olur muydu? özellikle son dönemlerde çokça yaşanan “Kara Sadık” hikâyesini anlatmadan geçmek…

Kitabın bir yerinde Enver Gökçe’nin yaşadığı ve Anadolu’nun her köşesinde yaşanan yoksulluğu anlatmak için köyün birinde geçen bir olayı aktarıyor Gül:

“Yedi sekiz yaşlarında bir çocuk tabana kuvvet geliyor.

Bir yandan da bağırıyor:

-Ömer emmi, Ömer emmi it girdi sizin eve.

Ömer emmide hareketlenme yok. Yanındaki ihtiyar yanıtlıyor çocuğu:

-Ulan oğlum, itin üstüne kapatsaydın evin kapısını. Acından ölseydi içeride!”

Bir taraftan, Enver Gökçe’nin yaşamını, şiirlerini, Sansaryan Han’daki tabutlukta ve koğuşta geçirdiği iki yılını ve toplamda yedi yıl mahpusluğun bedeninde bıraktığı acıları, Sungurlu’da başlayıp Ankara’da sona eren sürgün yaşamını ve rahatsızlıklarını dile getirirken diğer taraftan da Kemaliye’nin Çit köyünde yaşadıklarını dile getirmiş. 

Ne gariptir insanın kendi köyüne sığdırılmaması! Bir taraftan ihbar edilmenin acı zehrini tadarken diğer taraftan bakır tastan içilen çorbanın lezzeti, hangi ruh haline sokar insanı!.. 

Yönetenlerin ülkemiz şairlerine, yazarlarına, aydınlarına reva gördüğü işkenceler ölümler mahpusluklar Enver Gökçe’den de esirgenmemiş fazlasıyla yaşatılmış. Hâkim sınıfların işlerini yürütmeleri, sermayelerine sermaye katmaları için olmazsa olmazlarıydı elbette bu aydınlara yapılanlar. 

 “Ölüm Adın Kalleş Olsun/Şair Enver Gökçe Romanı” kitabını okurken, bir taraftan da kitap hakkında neler yazabilirim, okumayan dostlarımıza kitabın içeriğini nasıl aktarabilirim diye kafama bir şeyler not ederken, birkaç bölüm okuduktan sonra; önceki okuduklarımın yeni okuduklarımın gölgesinde kaldığını fark ettim. Çünkü her konu kendi başına bir tarih kesitiydi. 

94 bölümden oluşan bilgi, birikim ve olaylar bombardımanı kafamı allak bullak etti. Bu kadar az sayfada kronolojik olarak uyum içinde geçişler yapılarak olayların ve konuların anlatılması bir kez daha okunmaya değerdi, öyle de yaptım.

1940’lardan başlayarak bilinçli olarak geri bırakılan, Köy Enstitülerinin kapatılması, Üniversitelerdeki eğitimin içinin boşaltılması, yoksul halk çocuklarının başı okşanıp eline silah verip devrimcilerin üzerine salınması, 12 Eylül faşizminin ülkeyi ne hale getirdiği ve daha pek çok konu bir bütünlük içinde  zaman zaman günümüzde yapılan adaletsizliği, yoksulluğu, yoksunluğu emperyalizmin egemenliği altında bilinçli olarak cahil bırakılan insanların durumunu ve yakın tarihin detaylarını bazen ironi, bazen imgesel bazen de direkten söylemiş okuyanlarına.

Gül, öznesi Enver Gökçe romanı olmasına rağmen Enver Gökçe özelinde, Türkiye tarihini sığdırmış yüz yetmiş sekiz sayfalık kitaba.

Kitabın ilk sayfalarında başlayan ve sonuna kadar da ara ara söz edilen bir önemli konu da; gerek Enver Gökçe’nin, gerekse Gül’ün yakın dostlarının olayların/etkinliklerin içinde isimlerinin anması kayda değer bir mütevazılık.

Yukarıda da yazdığım gibi, yazar, şair Zeynal Gül, 178 sayfalık kitaba o kadar “şey” sığdırmış ki değinmediğim konular varsa ki var affola…

Notum: Nazım Hikmet, Sabahattin Ali, Enver Gökçe, Hasan Hüseyin Korkmazgil, Ruhi Su, Yılmaz Güney, Ahmet Kaya ve daha pek çok devrimci şair, yazar ve değişik alanlardaki sanatçıların bu “Kader’i” yaşamalarında “Aydınların” sorumluluğu ne kaderdir/kadardır diye sormak geldi içimden!

Hocam, üstadım, Zeynal Gül; daha nice şiirlere, öykülere, romanlara…