Neden Hep Yanlış Olanı Seçiyoruz?

Bill Murray’in başrolünde olduğu “Bugün Aslında Dündü” filmini çok severim. Bu film, bu yazıyı yazmama ışık tuttu. Kısaca filmde başrol oyuncusu her gün aynı günü yaşıyor. Bu yaşayış içinde her şey yine aynı şekilde bir sıralamayla devam ediyor. Sevdiği bir kadın var ve etkilemek için her uyanışta onun neleri sevdiğini öğrenerek karakterini şekillendirmeye çalışıyor; ama nafile. Kadın karakter bir şekilde etkileniyor, o da adam, topluma hizmet ettiğinde, insanlara dokunmanın verdiği büyüyle onun gözlerinde yıldızı görüyor.
Yani, insan bazen aynı sabaha uyanarak farklı bir kader umuyor.


Bu filmden yola çıkarak aklıma şu soru geldi: İnsanın hayatı kaç alternatiften ibaret olabilir ki? Ya da insan, alternatifleri arasında aslında en iyisini biliyor ancak “iyi olmayan” tılsımlı bir güçle kendisini gösteriyor mu?
Yüz binlerce yıldır insanlar seçim yapıyorlar. İnsanlık göreceli olarak iyi seçimler yapmış olabilir ki bu noktalara kadar gelebilmişiz. Türümüz, Kozmos’un kendine özgü engellerine rağmen ayakta kalabilmiş. İnsanlık bütün olarak ilerlemiş olabilir; peki birey olarak aynı ilerlemeyi gösterebildik mi?


Düşünmeyen koloniler içinde liderler çıkarak yaşamın ilerleyişine öncülük etmişler. Aslında, düşündüklerini sanan ama kurnazlık peşinde koşanlar alternatifler arasından en kötüsünü seçmişler. Bazen on kötü alternatif arasından bir iyi seçmişler ve o bir iyi alternatif günü kurtarmaya yetmiş.
Yani insanlık bazen kurtuluşu, kötünün içindeki tek iyiye tutunarak bulmuş.
Peki, insan bir şekilde hem biyolojik tecrübesi hem de zihin gücüyle kendine iyi gelecek alternatifleri sezebiliyorken, aklın tüm verilerine ihanet edercesine neye güvenerek adımlarını atıyor?


Bir döneme damgasını vuran bankerler furyasını işleyen, Genco Erkal’ın başrolünde olduğu “Faize Hücum” filmini çok beğenirim. Burada karakter, o dönemin yüksek kazanç getirisini alternatif olarak görüyor ve oturduğu evi satarak bankere yatırıyor. Devletin bankerlere bir şekilde resmi statü kazandırması, şüpheci kişilerin yelkenlerini çamurlu sulara indiriyor ve sonunda binlerce insan kendini kaybediyor. Kimi malını, kimi canını yitiriyor.
Ama buradaki ince detay şu: alternatifler arasından en iyisini seçtiğini düşünüyor insan. Sonuçta her bireyin kendine göre matematik hesabı var. Olasılıkları hesaplıyor, kendine en uygun seçeneği bulmaya çalışıyor. Mantıklı olan bir köşede masum bir çocuk gibi dururken, riskli olan tüm ihtişamıyla öne çıkıyor.


Ya da insan görmek istediğini görüyor.
Çoğu zaman, en kötü alternatif yarışmadan açık ara birinci çıkıyor.
Dostoyevski “Yer Altından Notlar” kitabında karakterini iç hesaplaşma girdabına sokar. Karakter, kendini binbir parçaya bölerek zihninde alternatifler oluşturur ama en kötüsünü seçmez; en kötü alternatif o iç hesaplaşmada ev sahibi olur. Seçtiği her alternatife bir tutunacak dal uzatır ama o dallar, kendi zihninin incecik ipliklerinden örülmüştür. Sonunda çıkmazlar uçurumuna yuvarlanır. Kendi iyi ve kötü tercihini bilir ama her defasında kötünün yanında saf tutar.
Belki de insan, kötü alternatifi seçerek kendini var ettiğini sanıyor; tıpkı Dostoyevski’nin karakteri gibi.
Tıpkı Dostoyevski’nin karakteri gibi, Schopenhauer da insanın kendi aklıyla savaşını farklı bir dille anlatır. “Güven sakinlikten gelir ama alıcısı azdır.” derken bana göre tam doğruyu söyler. İyi alternatif sakin bir yoldur; heyecan sakinliğin dinginliğinde ilerler ve kişiye kendi payına düşeni sunar. Riskleri azdır; ama kötü alternatif risk içerir. İnsan “en zeki benim” hissini kırkpınar pehlivanı gibi yağlayarak er meydanına bırakır. Ona göre alkış ve beğeni, risklerin arasından ödül kazandıracaktır. Bu yüzden o riskli, yani kötü alternatif arasında yeşeren başarının bir kıymeti harbiyesi olacaktır.
Ve bazen, durmak da bir seçimdir.
Tuhafız!
Bir şekilde birileri zamanında doğru kararlar verdiği için insanlık ilerliyor; bilgi çağında üst düzey bir zaman dilimi yaşıyoruz. Gelişmiş ülkelerde insanın değeri var ve insanca yaşadığını hissedebiliyor. Onlar, iyi alternatifler arasında, yazının başındaki Phil Connors gibi, aynı günü tekrar tekrar yaşamıyor ve karanlıktan bir çıkış yolu buluyor.
İnsan değişmeyi reddettikçe, tarih aynı günü yeniden yazar.
Belki de kurtuluş, her gün aynı günü yaşamamakta değil; aynı günde farklı davranabilmekte…
Darısı, her gün aynı günü yaşamak bir yana, takvim attıkça medeniyeti geriye gidenlerin başına!