MUSTAFA KEMAL BATICI MIYDI? (2.Bölüm)

Yazıma bir önceki makalemin devamı olan bu bölümü okumadan önce ilk bölümü okumanızı tavsiye ederek başlamak istiyorum.

Bu noktada kültürün giyim kuşam ve alfabe gibi iki önemli unsurunda yapmış olduğu tercihleri de sorgulamaya açmamız gerekmektedir. Önce alfabe tercihi ile başlayalım; Alfabeler öncelikle dili kayıt altına almaya yarayan teknik araçlardır ve Mustafa Kemal Arap alfabesinden Türk Alfabesine geçmeyi tercih etmiştir, Türk alfabesini oluştururken ise Latin alfabesinden uyarlama yapmıştır.

Peki dilde yerli ve milli olmaya özen gösteren bir önder neden batı kültürünün kullandığı bir alfabeden uyarlama yapmıştır?

Bunun iki nedeni vardır. İlk neden Arap alfabesi zaten ithal olan ve üstelik de Türk dilinin gereksinimlerini tam olarak karşılayamayan bir alfabeydi, kullanımı ve uyarlanması zordu. Ama asıl tercih sebebi Latin alfabesinin Etrüsk alfabesi temelli olması ve tüm gelişmiş ülkelerde kullanılmasıydı, Mustafa Kemal'in Türk Tarih Tezine göre Etrüskler Türk idi dolayısı ile onların geliştirdiği bir alfabeyi kullanmak Türk kültürü ile hiç çelişik değildi. Ayrıca öğrenmesi, kullanımı ve uyarlanması da çok kolaydı. Cumhuriyet döneminde okuryazarlık oranının çok büyük bir hızla artması da bu tercihin doğruluğunun ispatıdır.

Artık sıra kültür bahsinin belki de en çetrefilli meselesi olan, en çok yanlış anlaşılmaya yol açan Mustafa Kemal'in giyim, kuşam tercihini tartışmaya geldi.

Mustafa Kemal'in kılık kıyafete yönelik yapmış olduğu bir devrim ve çıkarmış olduğu iki devrim kanunu vardır. Bu kanunlardan birisi Şapka İktisası Hakkında Kanun ve diğeri ise Bazı Kisvelerin Giyilemeyeceğine Dair Kanundur.

Son derecede katı bir sınıfsal ayrım ilkesi üzerine bina edilmiş, eşit ve özgür vatandaşlığın söz konusu bile olmadığı Osmanlı'nın Teokratik Mutlaki Monarşisini eşit ve özgür vatandaşlık temeli üzerine bina edilen Cumhuriyet rejimine dönüştürürken sınıfsal ayrımcılığın giyim, kuşam ve aksesuarlar ile temsil edilen simgelerini yasaklamanın mutlak bir gereklilik olduğunu göz ardı edersek, bu kanunlara elbette bir anlam veremeyiz. Anlam verememekten de öteye geçer gardrop devrimi der ve belki de küçümseriz. Kestirmeden batı kültürünün şapkası, pantolonu, ceketi alındı getirildi, halka zorla giydirildi, giymeyen de asıldı, işte bu yüzden Mustafa Kemal batıcıdır yargısına varabiliriz.

Oysa biliyoruz ki tüm uygar dünyada Fransız devrimi sonrasında toplumlara hâkim olan  “özgürlük, eşitlik, kardeşlik” ilkeleri çerçevesinde kurulan “demokrasi” ve “cumhuriyetler” insanlar arasında sınıfsal farkları simgeleyen giyim kuşam biçimlerini ortadan kaldırmaya yönelik tercihlerde bulunmuş ve tedbirler almıştır. Asilzadelerin ve ruhban sınıfının imtiyaz ve ayrıcalıkları kaldırılmış, bu ayrıcalıkların simgesi olan giyim, kuşam ve aksesuarlar da terkedilmiş ve yasaklanmıştır.

Fransız devriminden sonra toplumlar asilzadelerin cicili bicili renkli giyim kuşam tarzını reddettiler, herhangi bir sınıfsal simge içermeyen pantolon, ceket ve fonksiyonel başlıkların kullanımı yaygınlaştı, bu tercih batıcılık değil devrimciliktir, kültürel değil, insanların eşit olduğunu ortaya koyan siyasi ve felsefi bir tercihtir.

Bilmenizi isterim ki Osmanlı devleti de aynı diğer feodal devletler gibi sınıflı bir toplum yapısına sahipti ve bu sınıflar giyim kuşam ve aksesuarlarda kullanılan simgeler ile kamuya gösterilirdi.

Cumhuriyet'in ütopyası ise sınıfsız bir toplum yaratmak, “özgürlük, eşitlik, kardeşlik” ilkelerini toplumsal hayata hâkim kılmaktı. Kılık, kıyafet ve şapka kanunları ile işte bu tip imtiyaz ve iktidar belirtisi giyim, kuşam ve simgelerin kullanımı yasaklandı, batıcı değil sınıfsız, simge içermeyen, eşitlikçi ve demokratik dünyanın da kullandığı bir kılık kıyafet biçimi benimsendi. En nihayetinde bu tercih bir batılılaşma tercihi, batı kültürünü taklit etme hevesi değil demokratik ve sınıfsız bir toplum yaratma tercihiydi.

Bu noktada ayrıca tercih edilen ceket pantolon kültürünün tarihi köklerine de bir göz atmakta fayda vardır.

Çoğunluk ezberini bozup Mustafa Kemal batılı feodal beylerin, asilzadelerin o bol renkli, cicili bicili, dantelli, ipekten giysilerini, tüylü şapkalarını mı almış gelmiş de batıcı olsun diye sorgulamaz.

Bakınız aslında pantolon, gömlek ve ceket, kuzeyin atlı efendileri olan Türkler'in giyim kuşam tarzıdır. Atı ilk ehlileştiren Türkler bozkırda ata daha kolay binebilmek ve daha rahat hareket edebilmek için pantolonu keşfetmişlerdir.

Batı kültürünün temeli olan Yunan, Roma, Mısır, Arap ve Hint kültürleri hep etek kültürüdür, pantolon, ceket kültürü ise Türklere aittir.

Ayrıca Osmanlı'da giyim kuşam değişiklikleri de oldukça eskiye gider ve avrupai tarzın etkisini gösterir.

III. Selim askeri teşkilatlanmada yapacağı değişikliklerin yanında kıyafetlerin de değişmesi gerekliliğine inanmıştı, ancak Nizam-ı Cedid’in kuruluşunda Avrupa’nın giysilerini aynısını almak yerine, eski giysi formlarına yakın olan giysileri tercih ederek alacağı tepkileri yumuşatmak istemiştir. Nizam-ı Cedid askerlerinin yeni giysisi olarak setre ve pantolon yerine, setreye benzeyen uzunca bir mintan ve pantolona benzeyen dar bir şalvar giyilmesi kararlaştırılmış, sınıf ve rütbe farklılıkları ise detaylarda belirlenmiştir. Yeniçeri ve ulema sınıfının yeni kıyafetlere Frenk taklidi olarak muhalefeti ve halkın tepkisi gibi toplum içinde reform karşıtı birçok unsurun bulunması, reformların tam olarak uygulanamamasına yol açmıştır. Nitekim III. Selim’in tüm çabalarına rağmen Nizam-ı Cedid Ordusu uzun süre yaşayamamış, 1807’deki yeniçerilerin ayaklanması ile faaliyetlerine kanlı bir şekilde son verilmiştir.

II. Mahmud ise çok köklü bir kıyafet reformu olan 1828 nizamnamesini yürürlüğe koyarak, öncelikle askerlerinin kıyafetlerinde, daha sonra da sivil memurlar tarafından

uygulanacak olan Avrupai düzenlemeler yaparak radikal değişim kararları almıştır.

Nizamnamede padişahtan en düşük rütbeli memura, askerden sivile her sınıftan görevlinin törende ve günlük yaşamda giyecekleri giysiler açıkça belirtilmiş ve bu önemli reformlar kısa sürede yaygınlaştırılmıştır.

Bu kararların başında “setre” ve “pantolon” ile “fes” önemli değişim olarak yer

almaktadır.  Orduda başlayan kıyafet reformu 1829’da sivil memurları da içine almıştır. Bu dönemde, sarık, cübbe ve ayakkabının yerini; fes, redingot, pelerin, pantolon ve siyah deri potinler almıştır.

Bu batıcı ya da avrupai giyim kuşam tarzına bizzat sultanlar öncü olmuş, saraydan paşalara ve diğer tabakalara yayılmıştır. Bu dönemde, giyim, ev eşyası, paranın kullanılışı, evlerin stili, insanlar arası ilişkiler “Avrupai” yani batıcı olmuştur.

Padişahların giyim kuşamda tercih etmiş olduğu batıcı yaklaşım bir felsefi ya da siyasi içeriğe de dayanmamakta, sadece biçimsel bir değişimi ortaya koymaktadır.

Görüldüğü üzere bu başlıklar altında incelediğimiz Mustafa Kemal'in tercihleri hiç bir şekilde batıcı değil tam tersine yerli ve millidir; “özgürlük, eşitlik, kardeşlik” ilkeleri çerçevesinde Türk kültürüne göre şekillenmiştir.