MEŞRUİYET, RIZA VE İHANET

Bugünlerde gene Osmanlı dönemine yönelik tartışmalar alevlendi, taraflar birbirini itham ediyor, herkes karşı tarafı ihanet ile suçluyor.

Kemalistlere göre Vahdettin hain...

Osmanlı ve dincilik yapanlara göre ise başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere Kemalistler hain...

Peki, gerçek ne?

Kim hain kim değil, kim kime ihanet etmiş?

Saltanat ve hilafeti savunup Osmanlı düzenine öykünenlerin iddiası; Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere Kemalistler hain olduğu yönünde.

Onlara göre Kemalistler padişaha, halifeye, Osmanlı devletine ve İslam dinine ihanet etmişler...

Bu noktada doğru bir karar verebilmek için nirengi noktamızı doğru yere koymamızın mutlak bir gereklilik olduğu açıktır.

Toplumsal yaşam ile ilgili bu tip konularda konunun öznesi insan olduğuna göre temel nirengi noktamızın da insan olması gerekmektedir.

Bu noktada tek meşruiyet kaynağının “insan” ve “insanın rızası” olduğu ise bu gün geldiğimiz uygarlık seviyesinde asla tartışılamayacak kadar açık ve net bir olgudur.

Oysa herkes şunu bilmelidir ki hanedan yönetimleri ne rızaya dayanır ve ne de meşruiyetini insandan alır.

Tarım çağında egemen olan hanedan yönetimleri meşruiyet kaynağı olarak daima metafizik bir kaynağı gösterir, kendilerinin asil kandan gelip bir ilah tarafından özel olarak seçildiğini, bu yüzden hüküm ve egemenlik hakkının kendilerinde olduğunu iddia eder.

Elbette böyle özel seçilmiş bir aile ya da insan oldukları iddialarına dair tek bir somut kanıt bile gösteremezler.

Tarihe baktığımızda Osmanlı dahil bütün hanedan yönetimlerinin bu iddialarını insanlara daima zorla kabul ettirmiş olduklarını görürüz. Sonuçta bütün hanedan yönetimleri “beni tanrı seçti” ve “ben asil kandan geliyorum” olarak özetlenebilecek iki temel yalan üzerine inşa edilmiştir.

Elbette bu güne kadar hiçbir hanedan tanrı tarafından seçildiğini ya da asil kandan geldiğini bu yüzden diğer insanlardan farklı ve üstün olduğunu kanıtlayamamıştır.

İşin gerçeği; hanedan rejimleri askeri şefler tarafından yoğun şiddet ve güç kullanılarak inşa edilmiş, “asil kan” ve “beni tanrı seçti” yalanları ile egemenliğine meşruiyet kazandırmaya çalışan, halkın egemenlik hak ve özgürlüklerini zorbalıkla gasp etmiş gayrimeşru sistemlerdir.

Şunu da çok iyi biliyoruz ki tarih boyunca hanedan rejimlerinin yani monarşilerin meşruiyet kaynağı asla insanların rızasını almak olmamıştır!

İnsanların rızasına dayalı olmayan herhangi bir eylem ya da sahiplik meşru olarak kabul edilebilir mi?

Elbette hayır, insanların rızasına dayanmayan bütün egemenlikleri daima gayrimeşru olarak kabul etmek gerekir.

Evine barkına girip, kafana silah dayayıp malını mülkünü gasp eden, seni köle karını kızını cariye yapmaya kalkan böyle gayrimeşru bir yapıya direnmek ihanet olarak tanımlanabilir mi?

Elbette aklı başı yerinde hiç kimse böyle bir direnmeyi ihanet olarak kabul edemez.

Peki, gayri meşru bir egemenliğe karşı çıkmak ihanet midir?

Yoksa asıl ihanet halkın egemenlik hak ve özgürlüklerini gasp ederek, insanları sömürmek midir?

Sonuç olarak kimin meşru kimin gayrimeşru çizgide olduğu belirlenmeden ihanet ithamında bulunup birini hain olarak nitelemek mantıksızdır.

Son söz olarak şunu söyleyeyim: Gayrimeşru çizgide olanlara karşı çıkmak en temel insan hakkıdır ve bu tespite göre sultani egemenliğe başkaldırıp milli egemenlik davasını savunanlara asla hain denilemez.