MENFAAT ADALETİ

Besim KAVUKÇU Bu ülkenin en büyük sorunlarından biri kişisel menfaat sorunudur. Kanunlar, yönetmelikler, düzenlemeler, kurallar konusunda...

Bu ülkenin en büyük sorunlarından biri kişisel menfaat sorunudur.

Kanunlar, yönetmelikler, düzenlemeler, kurallar konusunda iyiyizdir aslında. Kâğıt üzerinde her konu hakkında gereken önlemleri içeren metinlerimiz mevcuttur. Bazen eksik olsa da, bazen boşluklar ve kafa karışıklıkları yaratsa da bir şekilde eksikler giderilir. İyi de bu kadar sorun nereden çıkıyor o zaman? Yazılanların uygulanamaması mı sorun? Evet.

Balık baştan kokar derler ya biraz da öyledir. Bir kurumun başında kim varsa o, bir eksiklik konusunda talimat verir, bu kâğıda dökülür, yürürlüğe girer ve sonucunda bir düzen olması beklenir. Peki, o düzen olur mu? Olmaz. Çünkü emri veren de dâhil olmak üzere kimse kişisel menfaatleri dışında hareket etmek istemez. En baştaki insan, görevini yaptığını düşünür ve altındakilere talimatı verir lakin verilen o talimat bir süre sonra en baştakinin işine gelmeyince durum değişir. Yeni talimatlar, yazılı kurallarda esnemeler ve daha niceleri girer devreye ve niyeyse kimse ses etmez, edenin sesi bir şekilde kesilir ya da o kişi de bir anda “takıma” dâhil olur.

Türkiye siyasetinde ya da bürokrasisinde de sorun aynı. Teori ve pratik arasında o kadar büyük bir uçurum var ki… Çok değil daha 2 ay önce yaşadığımız deprem felaketine bakın lütfen. Bir binanın deprem yönetmeliğine göre nasıl yapılması gerektiği açık, o binanın yönetmeliğe göre nasıl denetlenmesi gerektiği de biliniyor, denetleyen kurumlar ve isimlerin bir takım kâğıtların altında imzaları var. İnşaata parayı harcayan, mimari projesini çizen, inşaatı yapan ve yapan adına denetleyen isimler de herkesin malumu. Peki, bu felaketin sorumlusu kim, sadece firma mı yoksa o inşaata izin ve ruhsat verenler mi? Kimin menfaati devreye girdide bir şekilde bu süreçler tam tersine işledi? Ya da kimin menfaati söz konusu oldu da, 3 metrekare yer kazanmak için o kolonlar kesildi?

Biz, kuralların özünü içeren “adalet” kavramını sevmiyoruz aslında. Tüm sorun da buradan çıkıyor. Adalet naraları atıp dolaşmayı da pek ahlaki buluruz aslına bakılırsa ama sadece haksızlığa uğradığımızda. Biz birilerine haksızlık ettiğimizdeyse nedense bir anda kelime dağarcığımızdan çıkıverir bu kavram. Hepimiz, kendi işimiz olduğunda bize mahsus olmak üzere kuralların esnemesini ya da yok sayılmasını istiyoruz. “Bize de mi?” diye bir soru kalıbımız var mesela, ya da “bir kerede görmezden gel canım” diyebiliyoruz. Yetmiyor; “al sen şu parayı da idare et” dediğimiz bile oluyor. Bu, hayatın olağan akışında hepimize makul geliyor gelmesine de adalet dediğimiz kavram öyle işlemiyor işte.

Bu yüzden anayasayı çiğnerken dur durak bilmiyoruz, bu yüzden sadece bize yarayan hukukun üstünlüğüne inanıyoruz, bu yüzden bizi temize çıkartacak kanuni boşluklar arıyoruz, bu yüzden; her şeyi kendimize yontuyoruz. Menfaatimiz doğrultusunda yazılı kuralları esnetmekten hiç çekinmiyor ama başımıza bir iş geldiğinde aynı kanunların bizi sonuna kadar korumasını istiyoruz. Mahkeme duvarlarına “adalet mülkün temelidir” yazıyor ama adaletin sadece bizim işimize yarayan tecellisini seviyoruz.

Bu yalnız ve güzel ülkede, devlet denen ulvi kavramın temel görevi olan adaletin, herkes için eşit tecelli ettiğini gördüğümüz günleri en yakın zamanda yaşamak dileğiyle. Kalın sağlıcakla.