Mehmet Koyuncu, Böyle Olur Çiçeğin Hocasının Bahçesi

Bahçesini anlatmaya çalışacağım ama esaslı bir tutku hâkim yazıya.

Zaman, mekân tanımayan bir tutku.

Bir bilim insanının tutkusu…

Adam olacak çocuk

Soğanlı çiçeklerin profesörü o. 

Bu konuya ömrünü vermiş. Aklında fikrinde hep çiçekler olmuş. 

Mesai zamanında çiçeği aramak için uzak yakın demeden yetiştiği yerlere gitmek hayatının bir parçası olmuş.  

Kesmemiş!

Çiçekler olmadık yerde ve zamanlarda da aklına gelmiş, çiçeğe ulaşmak için günlerce yol aldığı, canını tehlikeye attığı olmuş.

Okuyup adam olacağını, daha ilkokuldayken aldığı birinciliklerle belli etmiş.

Ankara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’ni bitirmiş. 

Hocası, Prof.Dr. Kamil Karamanoğlu,

‘Asistanlık sınavlarına gir’ diye davet etmiş.

Lisansını aldığı okulda profesörlüğe ulaşacağı akademik kariyeri başlamış olmuş.

Bahçesinde çiçeklerle kediler

Sevgili Mecit Vural Hocam ile şirin bahçeli evine gittik. 

Haber vermiştik, Koyuncu’nun bıraktığı bayrağı bugün taşıyanlardan, öğrencisi de olan Farmasötik Botanik Anabilim Dalı Başkanı Ayşegül Köroğlu Hocam da bize katıldı. Sevgili kızıyla…

Bahçesinde, uzmanı olduğu ve aşkla bağlı olduğu çiçeklerinin birinin zamanı geçse diğeri geliyordu. 

 Evin yeşillik ihtiyacı karşılayan nane, maydanoz veya kara lahana tarhları ayrı...

Bahçedeki flora zenginliğe arılar, kuşlar, kelebekler eşlik ediyordu. 

Bir de kediler. Yavrulamak için çatılarını seçen sokak kedisi yılda birkaç kez yavruluyor, Mehmet Hoca’nın Sevgili Eşi Emine Hanım’ın da yardımıyla, yavrularını ağırlıklı olarak bu bahçede büyütüyormuş. Otururken annesi de büyümüş yavrulardan biri de yanımıza gelip gittiler...

Küçük Mehmet

Yılların birikimini emekliliğinin tadını çıkardığı bahçesinde her köşeyi bilinçli ve renkli bir biçimde yeşillendirmiş. 

Söyleşimizin başında Küçük Mehmet’i sordum.

Çocukluğunda çiçeklere ilgi nasıldı acaba?

‘Ben köy çocuğuyum’ diyerek söze başladı.

Hayvan, çiçek, ağaç, doğduğu andan itibaren yaşamının önemli bir parçası olmuş. Hepsini çok sevmiş.

‘Köyün cevizi meşhurdu’ dedi, bahçesine diktiği cevizi gösterdi.

Henüz fidan, tam önümüzdeki başka bir ağacı gösterdi,

‘Köyümüzde çok vardı’ dedi...

Soğanlı çiçekler

Soğanlı çiçeklere ayırdığı köşeler, bahçenin en renkli köşelerini oluşturuyordu. Uzaklardan getirdiği ters laleler tohuma dönerken, sarı, beyaz farklı renklerdeki laleler ‘azaldılar’ dese de, sağ veya sol tarafta, hala bahçeyi süslemeye devam ediyorlardı.

Bahçenin son kısmı eğimli.

‘Burada toprak kayıyordu’ diye gösterdi. 3 sıra taş döşemiş, önlem almış. Taşların arasını soğanlı çiçekler, mor süsenler kaplamış. Yani Sevgili Koyuncu, toprağın kaymasını da soğanlılarla durdurmuş...

Soğanlı çiçeği gözünden tanımak!

Yürüyüşlerimizde her çiçeği, ağacı tanıyan ve zamanımız ne kadar varsa o kadar süre boyunca bilgi verebilen donanıma sahip Mecit Hocam, Koyuncu’nun kendisini de şaşırtan bir özelliğinden söz etti. 

‘Bizim yeşillik diye basıp geçtiğimiz yerlerde durup, soğanlı çiçekleri görür!’

Gerçekten de ilk başlarda ot görünümdeyken soğanlı bazı soğanlı çiçekleri ayırt etmek nerdeyse olanaksızdır. Sordum!

‘Bilmem ki’ dedi büyük bir tevazuyla.

‘Yılların deneyimi olsa gerek’ diye açıkladı... 

Zaman mekân tanımamak!

Yolda giderken çevreyi dikkatle inceliyor.

Birden!

Araçtan inip, vadiye daldığı, tepelere tırmandığı çok olmuş. 

‘Çevresindeki yapıdan çiçeği yakalayacağımı hissediyorum’ diye gizemli bir şekilde açıklıyor.

Bu ‘hissetme’ Koyuncu’yu nice çiçeğe ulaştırmış. 

Bunun somut örneklerini bugün görmek mümkün. Hocası Karamanoğlu tarafından kurulan Eczacılık Herbaryum’unda bulunan örneklerin yarıdan fazlası ona ait. 

Diğer yandan bu ‘hissetme’, gün gelmiş Koyuncu’ya güvenliği ikinci plana attırmış. 

Aracı yok. Bulduğu vasıtayla bir yerden diğerine gittiği, eski zamanlardan birinde, bir tepeyi görünce, o ‘hissetme’ gerçekleşmiş! 

Bindiği kamyonu durdurmuş, inmiş. 

Dağın başı! 

Tepe önünde. 

Issız, tek şerit bir yolda tek başına kala kalmış. 

Yanında kimse yokmuş, tepeye biraz zorla tırmanabilirmiş, ne gam! 

‘Hissetme’ ağır basmış,  çiçek mutlaka orada diye düşünmüş, tepeye doğru atılmış.

Bence sadece bu bölüm bile ‘Bir bilim insanın maceraları’ isimli filmini çekmeye başlamak için yeterli’

Filmi çekilince uzun uzun anlatılır, ben özetliyorum. Koyuncu o gün düşmüş, ayağı kırılmış ve bayılmış.

Uyandığında, aslında uyandırıldığında başında üç kişi! Yoldan geçiyorlarken bakmışlar biri yatıyor, başına gelenler.  

‘Ne oldu?’ diye sormuşlar.

‘Çiçekleri bakıyorum’ diye yanıt alınca, sessizlik, birbirlerine bakmışlar.

Koyuncu bakmış deli zannedecekler, 

‘Hocayım’ demiş.

İlk doktorla buluşmasında ayağında iki kırık olduğunu öğrenmiş, bir süre ‘hislerini’ bastırmak zorunda kalmış! Sonra yine devam!

Kumsalda!

Ailece kumsaldalar. Çünkü tatildeler. 

Kumlar, kumul toprakta yetişen bir çiçeği getirmiş aklına! 

Çoluğu çocuğu kumda bırakıp kumda yetişen çiçeğe koşmuş!

Şimdi siz, yakında bir yere gidiyor diye düşündünüz sanırım çünkü ben öyle düşünmüştüm. En kötü ihtimal atlar arabasına gider değil mi?

Değil!

‘O zamanlarda araba nerde?’ dedi!

Valizini toplamış saatlerce sürecek yolculuğa çıkmış. 

Otobüs, kamyon ne bulursa binip inmiş. Yüzlerce kilometre ötedeki çiçeğe gitmiş. Hisleri onu yine yanıltmamış, örnekleri toplamış, içi de rahatlamış.

Bir kilo da yörenin ünlü yoğurdunu almış, Emine Hanım’ın gönlünü almak için...

Kumsala, ailece tatile dönmüş...

Onlar keçi değil, profesör!

Rahmetli Hayrettin Karaca ve Prof.Dr. Adil Güner ile bir anısı.

Kendisinden dinlemek isterseniz…

https://www.youtube.com/shorts/S06sWDw_0AA

Tutku 

Tutkunun birkaç örnekli kısa öyküsü bu olsa gerek!

Şimdiye dek iki Keyifli Öğretmenlik kitabı yazdım, Ankara kitaplarım gibi onlar da bitmeyecek diye düşünüyorum.

Memleketin hep ihtiyacı vardı, hep olacak.

Sevgili Koyuncu’nun tutkuyla ektiği biçtiği bahçesindeki keyfi paylaşmamak söz konusu bile değil.

İşini keyifle yapanlara sevgiyle, saygıyla.

Prof. Dr. Ayşegül Köroğlu, Prof.Dr. Mehmet Koyuncu ve Prof.Dr. Mecit Vural ile mis kokulu leylaklar altında günün anısı