Kürt Meselesi’nde Başa Mı Dönüyoruz?!

2002 yılında iktidara geldiğinde Ak Parti Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, çok önemli açıklamalarda bulunmuştu; “Ben, Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) Eş Başkanıyım, bölgemizin sorunlarını hep birlikte çözeceğiz” demişti ve eklemişti; “Kabul etsek de etmesek de Türkiye’nin bir Kürt sorunu vardır, bu sorunu da biz halledeceğiz...”

 Ilımlı politikalarla yola çıktılar, Avrupa Birliği ile yakın ilişkiler geliştirdiler, komşumuz Suriye ile kardeşliğimizi dünyaya duyurdular, 2005 yılında Suriye ile sınırımızdaki mayınları temizlemesi karşılığında gelip yerleşmesi ve kullanması için İsrail ile anlaştılar; bu karar, muhalefetin itirazı ile Anayasa Mahkemesi tarafından bozuldu. Yirmi iki yıldan beri Devletimizin savrulup durduğu dış politikamızın içler acısı halini, anlatacak değilim.

Yüksek Askeri Şura’da, tarikat ve cemaatlerin sızmalarını önlemek için uygulanmakta olan irticai faaliyetlerle ilgisi olduğu saptanan komuta kademesindeki askerlerin, 2004 yılından sonra emekli edilmesi işlemleri durduruldu. 2008’lerde Ergenekon davası ile başlayan Balyoz, Ayışığı, Yakamoz, Kozmik Oda, Askeri Casusluk gibi bir çok kumpas davalarla Türkiye’nin içeride ve dışarıda en büyük güvencesi olan Silahlı Kuvvetlerine darbe üstüne darbeler vuruldu, Genel Kurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’a kadar komuta kademesi, “Darbe yapacaklardı” suçlamaları ile cezaevlerine dolduruldu.

Aynı yıllarda “Kürt Açılımı, Alevi Açılımı, Ermeni Açılımı, Roman Açılımı” dedikleri açılımları başlattılar, “Analar ağlamasın, göz yaşlarını dindireceğiz, Barış Süreci başlatıyoruz” dediler. PKK terör örgütü ile Oslo’da başlatılan görüşmeler, İmralı’da, Dolmabahçe Sarayı’nda, Ak Parti yetkilileri tarafından sürdürüldü.

Bu girişimleri çağdaş, demokratik ve iyi niyetli bulan toplumsal kesimler, akın akın Erdoğan’ın partisine yöneldiler, Ak Parti güçlendikçe güçlendi. Kürt kardeşlerimiz, “Oh be, kimliğimizi bulduk, artık her yerde göğsümüzü gere gere Kürt’üm diyebiliyoruz” diye seviniyorlardı. Ancak, Alevi kesimi, bu süreci farklı algıladı, örneğin ünlü Alevi türkücü Sabahat Akkiraz, kendisine Ak Parti’den milletvekilliği öneren Erdoğan’a “Sizin parti felsefesi ile ilkeleri, bana uymuyor” diyerek reddetmiş, sonra da CHP’den bir dönem milletvekili seçilmişti.

2011’de Anayasa’da ve hukuk sisteminde değişiklikler yaptılar, adalette, güvenlikte, eğitimde, sağlıkta, 2017’de gerçekleştirilecek olan Ak Partili Erdoğan’ın şahsına özgü, Tek Adam Rejimi’nin temel taşlarını döşemeye başladılar.

2013 yılında patlak veren 17-25 Aralık operasyonları, “Evdeki paraları sıfırlama” tartışmaları, çok çabuk kapatıldı.

En büyük patlama ise 2015’te 7 Haziran seçimleri ile gerçekleşti. Bu seçim öncesi iktidar yanlısı gazeteler, “Ya İstikrar, Ya Kaos!” şeklinde manşetler atarak, toplumu tehdit ettiler, ancak Ak Parti, bu seçimde tarihinin en büyük yenilgisini aldı. Oy oranı yüzde 40’a düşmüştü ama, Selahattin Demirtaş’ın Başkanı olduğu HADEP, 80 milletvekili ile TBMM’ne girerek, şaşkınlık yaratmıştı.

MHP’nin desteği ile Ak Parti iktidarda kalmıştı, 3 Kasım’da seçimlerin yenilenmesi kararı alınmıştı, ancak seçim öncesi iktidar yanlısı gazetelerin attığı manşetler gerçekleşmeye başlamış, Şanlıurfa Viranşehir’de iki polisimizin şehit edilmesi, Suruç’ta bombalı saldırı ile 33 gencimizin yaşamını yitirmesi, Ankara’da, İstanbul’da bombalı saldırılar ve patlamalar, birbirini izlemişti... En büyük katliam ise Ankara’da Gar patlaması ile meydana gelmişti, yüzün üzerinde can kaybı, binden fazla yaralı vardı...

Yeniden silaha sarılan PKK terör örgütü ile güvenlik güçlerimiz arasında patlak veren Güneydoğu’daki çatışmalar, Diyarbakır’da Hendek Operasyonları ve her iki taraftan da yüzlerce can kaybı ile dünyamızı karartmıştı.

Sonrasında 2016 yılındaki 15 Temmuz darbe girişimi, 2017 yılında Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi’ne geçişimiz... Erdoğan’ın üçüncü kez Cumhurbaşkanı seçilmesi, CHP Genel Başkanı Özgür Özel tarafından dördüncü kez aday olabilmesinin olu açılırken, iktidar yanlıları tarafından yeni bir Anayasa yapma ve Erdoğan’ın emri Hak vaki olana kadar Cumhurbaşkanlığı makamında oturmasını sağlama girişimleri, birbirini izledi.

Tam da bu arada yıllardır, “HADEP gitti, DEM geldi, PKK ile irtibatlı olan DEM kapatılmalıdır” diye bas bas bağıran MHP lideri Devlet Bahçeli, TBMM’de DEM Partili milletvekillerinin sıralarına gidiyor, onlara gülücükler saçarak tokalaşıyor, ayaküstü sohbet ediyor... Hüdapar Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu, zaten öteden beri pervasızca açıklamalar yapıyor, Anayasa değişikliğini savunan açıklamalarında “Ahmağa anlatır gibi anlatıyorum” diyerek tüm toplumsal kesimlere hakaret ediyor...

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin unutulmaz siyasetçilerinden Turgut Özal, “Ben Kürt kökenliyim, bu devletin başbakanı, sonra da Cumhurbaşkanı oldum” demişti, Kürt meselesini barışçı yollarla çözümlemeye çalışmıştı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ise yirmi iki yıldanberi yaşananları bir kenara bırakıp, şimdi yine çıkıyor, “Tüm kesimlerin inançlarını, ana dillerini, kültürlerini yaşatmalarından daha doğal ne olabilir?” şeklinde açıklamalar yapıyor.

Saz çalıp türkü söyleyerek siyaset sahnesine renk katan HADEP’in Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, “Erdoğan, seni başkan yaptırmayacağız” dediği için sekiz yıldan beri cezaevinde tutulurken, şimdi yeniden Kürt meselesinin hortlatılmasına, toplumsal kesimlere aynı acıların yaşatılmasına gerek var mı?!..

Kürt meselesi, siyasal hesaplarla çözülemez; çağdaş, demokratik, bilimsel ve insani yollarla çözüm yolları aranmalıdır.