DİSK’e bağlı Emekli-Sen’in örgütlenme çağrısına öncelikle kulak verecek olan 2010 tarihinde 9,5 milyon emekli olmalıydı. Bunun için iktidar partisi AKP’nin Sendikalar Yasası’nda değişiklik yaparak toplu sözleşme yapma hakkını emeklilere de vermeliydi.
Ama AKP, o zaman 9 yılı aşan iktidar döneminde sendikacılığı özgürleştirmedi. Özgürleştirmek şöyle dursun, “12 Eylül Kenan Evren hukuku” sendikaların üzerinde “Demokles’in Kılıçı” gibi asalı duruyordu. Emekçi tanımı Marksçı termolojide “işinde hiçbir bağımsızlığı olmayan, kendisinin ve ailesinin yiyeceğini sağlamaktan başka hiçbir ihtiyacını sağlayamayan, durumunda kurtulmak umudunu da taşımayan” nitelikleriyle tanımlansa da çalıştıkları dönemde topluma artı değer üretmiş insanlardı.
Emekliler, ömürlerinin geriye kalanını insanca yaşayarak, onurlu bir dik duruş sergileyerek, fani dünyada göç etmesini sağlayacak, kendilerine parasal destek verecek bir siyasi iktidar beklerlerdi. Böyle bir siyasi iktidar Türkiye’de henüz kurulmadı. Ortaçağın ünlü Hıristiyan düşünürü Aquinolu Thomas’ın “yoksul oldukları için emekçi ve emekçi oldukları için yoksul olan insanlar” tanımının günümüzde dışına çıktıklarına inanmak Türkiye’de ne kadar gerçekçi olabilirdi? Onun için Emekli-Sen’in o zaman ki Genel Başkanı Veli Beysülen, sendikalarının aynen 28 işkolunda toplu sözleşme yapan işçi sendikaları gibi siyasi iktidarla toplu sözleşme bağıtlamasını istiyordu.
Böyle bir hakkın verilmesi halinde 2010 yılında 9,5 milyon emeklinin örgütleneceğine işaret eden Emekli-Sen Örgütlenme Daire Başkanı Halit Kanıyaş; “Anayasanın 51. Maddesinde, 2821 Sayılı Sendikalar Yasası ile 4688 Sayılı Kamu Çalışanları Sendikaları Yasasında; emeklilerin sendika ve sendika birlikleri kuracağına, kuramayacağına ilişkin ilişkin bir düzenleme bulunmuyor.” çelişkisine işaret etti. Emekli-Sen Genel Başkanı Veli Beysülen ise: -AKP 9 yıldır iktidarda. Başbakan Erdoğan her türlü açılımı yapıyor. Ama emeklilere sendika ve sözleşme yapma hakkını açmıyor. Bu nasıl demokrasidir? Daha ileri bir demokrasi sözünü de hiç dillerinden düşürmüyorlar. Yeni emeklilerle eski emekliler arasında “İntibak yasasını” çıkarmadıkları için korkunç bir para farkı var. Emekliler açlık ve yoksulluk sınırının altında yaşamlarını sürdürüyor, dedi.
“Hiçbir yasal koşula bağlı olmaksızın faaliyetlerini sürdüren Emekli-Sen hangi dayanaktan güç alıyor?” sorusunu çaylarımızı yudumlarken sorduğumuzda elime 4 sayfalık bir metin tutuşturdular. O metinde siyah yazılmış şu başlıklar vardı: 1-İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi madde: 23/4, 2-Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslar arası Sözleşme madde: 8, 3-Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslar arası Sözleşme madde:22, 4-İnsan Haklarını ve Temel Özgürlüklerini Koruma Sözleşmesi (İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi) madde:11 5-Yeni Avrupa İçin Paris Şartı (AGİK, AGİT) 6-Türkiye’nin 1999 yılında Helsinki Doruğunda Aday Ülke kabul edildiği “Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı, yeryüzündeki emeklilere sendika hakkını ve siyasi iktidarla toplu pazarlık sözleşme hakkını vermiştir. Ama Türkiye’de siyasi iktidarların uluslar arası bu sözleşmelerde imzaları bulunuyor. Ama bu gün AKP iktidarı döneminde halen 16 milyon olan emekli sefalet ücretiyle yaşamaya mahkûm ediliyor.
Bu nasıl adalet, bu nasıl demokrasi… Tüm emeklilere düşen acil görev, örgütlenmeleri hak ve çıkarlarını korumak için Emekli-Sen’in çağrısına kulak vermelidirler! Çözümün yolu demokratik mücadeleden geçiyor… &&& POLİS DEVLETİNE! Dünya şairi Nazım Hikmet o şiiri yazdığında yıl 1947 idi. Bu güzel şiirin yazıldığı günden bu yana 77 yıl geçmiş… Nazım Hikmet’in o günkü toplum ve birey tasvirleri bugün halen güncelliğini koruyor. Siyasilerimiz kimi şairlerimizin şiirlerinden alıntı yapıp ağlasalar da gerçek budur. Nazım Hikmet o şiirinde bakın ne diyor?
Akrep gibisin kardeşim, korkak bir karanlık içindesin akrep gibi.
Serçe gibisin kardeşim, serçenin telaşı içindesin.
Midye gibisin kardeşim, midye gibi kapalı, rahat.
Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim.
Bir değil, beş değil, yüz milyonlarlasın maalesef.
Koyun gibisin kardeşim, gocuklu celep kaldırınca sopasını sürüye katılıverirsin hemen ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye.
Dünyanın en tuhaf mahlûkusun yani, hani şu derya içre olup deryayı bilmeyen balıktan da tuhaf.
Ve bu dünyada, bu zulüm senin sayende Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak kabahat senin, —demeğe de dilim varmıyor ama— kabahatin çoğu senin, canım kardeşim!
AKP’nin 23 yıllık iktidarı döneminde “Korkak bir karanlık içinde… Midye gibi kapalı, rahat, koyun gibi” sessiz bir toplum yönetmek istiyorlar.
Onun için Türkiye hukuk devletinden guguk devletine, yurttaşlık hukukundan polis devletine dönüştü. Biber gazı, polis copu bunun en güzel kanıtıdır. Sizi bira gerilere götüreyim. Tarih 24 Aralık 2010 Cuma günü Ankara’da Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) önceki Genel Başkanı Abdullah Baştürk’ü anma ve “İşçi Edebiyatı” katılımcılarından dereceye giren 3 yazara ödül töreni vardı. DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi ile toplantı arasında konuştuk. Çelebi; Osmanlı Ordusu’nun Batı’ya yapacağı seferlerden önce ordunun toplandığı alanda Hünkâr Kasrı olarak inşa edilen Otağ-ı Hümayun, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı ve Yıldız Teknik Üniversitesi'nin (YTÜ) işbirliğiyle onarıldı. 26 Aralık 2010 günü resmi açılışı töreni var. "Otağ-ı Hümayun 12 Eylül 1980'de DİSK üyelerinin sorgulandığı bir işkence hanedir. Müze yapılmalıdır" açıklamasında bulunacağız.” demişti.
İktidarı yumurtayla protesto eden öğrenci gençlere biber gazı sıkan, öğrencilerin ağzını burnunu kıran polis, “Otağ-ı Hümayun’un” açılışında işçi Lideri Süleyman Çelebi’yi de copladı. Polis durduğu yerde insanları coplamaz. Polise bu emri verenler insanları coplatır. Bu ayıp o emri verenlerin ayıbıdır. Polise bu emri verenleri protesto yapan Çelebi: -Bu binada tıpkı Mamak gibi tıpkı Metris gibi Diyarbakır gibi işkence tezgâhları kurulmuştur. DİSK üyelerinin, tüm sorgulamaları bu binada, görülmemiş işkenceler altında tamamlanmıştır. DİSK’e destek olan aydınlar, sanatçılar ve akademisyenler, dönemin milletvekilleri, belediye başkanları da bizimle beraber burada işkence gördüler.” dedi.
12 Eylül ile mücadele etmenin “lafla” olmayacağını söyleyen Çelebi, “Suçluları yargılamakla olur, İspanya’da, Şili’de, Yunanistan’da ve en son Arjantin’de olduğu gibi. Karşısında düğmeni ilikleyerek, maaşına zam yaparak 12 Eylül ile mücadele edilemez. 12 Eylül referandumunda esip, gürleyecek, yeri gelecek ağlayacak, ama işin bitince unutarak 12 Eylül ile mücadele edilmez” diye konuştu. Ne demiş Nazım Hikmet şiirinin sonunda: “…-demeğe de dilim varmıyor ama-kabahatin çoğu senin, canım kardeşim!”… Türkiye’ye çağ atlattırdılar. Kim? AKP atlattırdı. Ama Türkiye, hukuk devletinden polis devletine geçti. “Kabahatin çoğu.” senin! &&&