KÜFÜR MESELESİ

Beni bilen bilir kadim zamanlardan kalma dilimiz, güzel Türkçemiz çok zengin bir küfür dağarcığına sahip olsa da ben asla küfür etmem, edilmesinden de hiç hoşlanmam!

Küfür etmeyi daima bir zaaf ve acizlik göstergesi olarak kabul eder, her zaman “küfür muhatabın değil sahibinin ayıbıdır” der keser atarım!

Ayrıca şunu da söyleyeyim; küfredildi diye kimse gerçek ve somut bir zarar görmez ve hatta itibarı bile zedelenmez, çünkü küfür sadece küfredenin ayıbı ve suçu olarak kalır, sadece onun küfürbaz olarak damgalanması ile sonuçlanır.

Peki, bir insan neden küfreder?

İnsanlar öncelikle canları yandığında insiyaki bir tepki olarak küfrederler.

Size de burada soruyorum aranızda canı yandığında küfretmeyen kaç kişi var?

Daha sonra ise insanlar baş edemedikleri, güçlerinin yetmediği bir haksızlıkla karşılaştığında aciz kalırsa, hırsından naçar söver sayar, küfreder...

Aranızda böyle durumlarda kalıp da sövmeyeniniz var mı?

Bunlar elbette anlaşılabilir, anlık ve insani tepkilerdir, affedilip duymazdan gelinerek geçiştirilebilir, özellikle halk tarafından iyi ya da kötü her şeyden sorumlu görülen devlet yöneticileri kimi zaman böyle durumlar ile karşılaşabilir.

Atatürk devrinde yaşanmış böyle bir durum ile ilgili çok güzel bir hikaye de vardır, burada da anlatayım ki örnek olsun:

Cumhuriyet yeni kurulmuş, Atatürk Cumhurbaşkanı, zaman yokluk yoksulluk zamanı. Kahvede köylü dayının biri piyasada sigara kağıdı bulunamadığı için gazete kağıdına tütün sarıp içmeye kalkmış.

Bilen bilir gazete kağıdı kolayca tutuşur hemencecik alev alır, köylü dayı gazete kağıdına sardığı sigarayı yakınca gazete kağıdı tutuşmuş, dayının bıyıkları alev almış, canı fena yanan dayı başta Atatürk olmak üzere herkese basmış kalayı.

Kahvedekiler küfrettiğini duyunca iş candarmaya intikal etmiş tam mahkemelik olacakken Atatürk'ü de haberdar etmişler; “köylünün biri size küfretti ne yapalım paşam” demişler.

Atatürk merak etmiş, köylünün neden ona küfrettiğini sormuş, maiyetindekiler de durumu olduğu gibi anlatmışlar.
Atatürk maiyetindekilere dönüp "siz hiç gazete kağıdına sigara sarıp içtiniz mi?" Diye sormuş.
Yanındakiler birbirlerine bakışıp "hayır" diye cevaplamış...
Atatürk "Ben Trablusgarp cephesinde sigara kağıdı bulamadım, gazete kağıdına sardığım sigarayı içmek zorunda kaldım, bilirim. Bir keresinde benim de bıyığım tutuştu canım fena yandı, pek berbat bir şey. Köylü haklı adamın canı yanmış kalayı basmış, ben olsam ben de can acısıyla kalayı basardım. Siz adamı mahkemeye vereceğinize adamcağıza insan gibi sigara içme imkanı sağlayın!" Diyerek konuyu kapatmış.

Bir devlet adamının olgunluğunu görüyor musunuz?

Birde bile isteye taammüden, muhatabını küçük düşürmek, onun onurunu zedelemek için hakaret edip, yalan yanlış iftiralar ile hakaret dili kullananlar vardır.

İşte asıl bunları asla affetmemek gerekir, çünkü burada insani ve anlık bir tepki değil planlı programlı bir iş, taammüden işlenen bir suç vardır.

Mesela zamanında ANKARA Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek bir takım yerlere ‘‘Atatürk O. Ç. (Zoo)’’ şeklinde yazılmış tabelalar astırmıştı değil mi?

Türkçe imla kurallarını bilen herkes doğru yazım şeklinin kısaltma olarak yazılırsa “A.O.Ç” ve açık hali ile yazılırsa “Atatürk Orman Çiftliği” olması gerektiğini bilir değil mi?

Bu tabelayı okuyan herkes aslında kime, nasıl bir hakaret göndermesi yapıldığını da anlıyor değil mi?

Sonra eleştiriler yükselince tırsıp geri adım atan Melih Gökçek Atatürk'e hakaret içerdiği anlaşılan “Atatürk O. Ç. (Zoo)’’ yazısının kendisinin ya da belediyenin başka bir yetkilisinin emir veya telkiniyle yazılmadığını iddia ederek, tabelanın kaldırıldığını açıklamıştı.

Fesli deliyi hatırlıyorsunuz değil mi?

O Atatürk ve annesi hakkında hangi iğrenç iddialarda bulunmuştu?

Tamam, onun deli raporu vardı kimse ona hukuken bir şey yapamazdı ama peki, onun bu hakaretlerini bildiği halde kimler onu devletin sofrasında ağırlamaktan ya da hasta yatağında ziyaret etmekten kaçınmadı?

Ona böyle itibar edenler onun iftira ve hakaretlerine de sahip çıkmış olmuyor mu?

Bu mu daha ağır bir hakaret suçu yoksa öfke ile ağızdan çıkan üç beş galiz sözcük mü?

Takdiri yüce Türk Milleti’ne bırakıyorum...