Üstünde yaşayanları ailemiz, içinde şiddet barındırmayan farklılıkları doğal zenginliğimiz, kendisini de evimiz bildiğim Türkiye’nin sorunlarını, genelde iletişim, örgütlenme, demokrasi, adalet ve güvenlik başlıkları altında irdelemeye, tanımlamaya ve paylaşmaya çalışırım.
Yahudi anne ve babadan dünyaya gelen Amerikalı psikolog Marshall B. Rosenberg’in ŞİDDETSİZ İLETİŞİM Bir Yaşam Dili (Nonviolent Communication ) isimli kitabını birkaç kez okuduğumda düşündüm.
Şiddetsiz İletişim…Bu iki kelime yanyana nasıl gelir? İletişimde şiddet varsa, onun adı iletişim olamaz. 2015 yılında yitirdiğimiz Rosenberg, aynı zamanda Şiddetsiz İletişim Derneği’nin de kurucu önderi. Kurucusu demiyorum. Kurucu önderi. Çünkü, kimse tek başına tüzel kişilikli ve demokratik bir kitle örgütünü kuramaz, kurmaz. Elbette, kurmak için ilk öneriyi yapan ve önderlik edendir Rosenberg.
Hiçbir zaman, bir devleti, bir partiyi, bir sendikayı, bir derneği, bir federasyonu, bir birliği veya bir konfederasyonu bir kişinin kurduğunu dillendirenlere ve yazanlara katılmadım. Türkiye Cumhuriyeti’nin de kuruluşu ile ilgili de aynı düşünceleri taşıyorum. Mustafa Kemal Atatürk ve o dönemin kahraman arkadaşları, birlikte kurdular, yine sonraki kuşaklar birlikte bugünlere getirdiler. O nedenle, Rosenberg için, kendi kitabında “Kurucusu” dense de, kuruculara haksızlık yapmanın yanında değilim. Keşke o Derneğin kurucularının isimleri de kitapta yer alsaydı.
Ankara Amatör Spor Kulüpleri Federasyonu, Türkiye Amatör Spor Kulüpleri Konfederasyonu, Türkiye Gençlik Birliği Derneği, Türkiye Gençlik Federasyonu, son olarak da Şiddetsiz Toplum Derneği. Tümünün de kurucu önderiyim. İlk düşünce ve ilk öneri benden. Ancak, ikinci adımdan itibaren asla yalnız olmadım. Gençlik, spor ve şiddetle ilgili yapıtlarımda arkadaşlarımın isimleri ve fotoğrafları genelde eksiksiz yer aldı.
Bu nedenle, tarihi yazarken, tarihi yapanlara, tarihsel haksızlıklar asla olmamalı. Haksızlıklar her zaman şiddettir, ancak böyle haksızlıklar, kanımca çok ağır şiddet kapsamına girer.
Aslında başlı başına bir yazı, belki de bir kitap konusunu, böyle bir yazıya doğal akış içinde aldım.
Ülkemin ve dünyanın tüm sorunlarının ana kaynağı olan iletişimin şiddet içermemesi halinde “gerçek iletişim” olabileceğini belirtirken Marshall B. Rosenberg’le farklılığım sadece başlıkta. Kitabında şefkati ve empati kurmayı çok iyi dile getiriyor.
İletişimin şiddet içermemesi, yüzyüze ve gözgöze olması, insan soyuna yakışanıdır. Sevgi, saygı, şefkat, hoşgörü, dostluk ve barışa böyle varılacak elbet.
Türkiye ve Dünya, 2019 yılından beri Covid 19 salgını ile mücadele ediyor. Türkiye; Hükümeti, siyaseti, kamu kurum ve kuruluşları, belediyeleri, meslek örgütleri, STK dediğimiz gönüllü kuruluşları ve halkı ile bu baskın salgına hazırlıksız yakalandı. Cezası çok ağır oldu. En önemli ve haksız ceza da, yitirilen canlar.
Salgının, dahası salgın nedeniyle insanların ekonomiye, örgütlü demokrasiye, iletişime, adalete ve güvenliğe verdiği zararları, yaşayanların içinden çıkacak tarihçilerin bile eksiksiz yazabileceğini sanmıyorum.
Türkiye toplumu, iletişim içinde ve yeterince örgütlü, birlikte olmadığı için her alanda haksız bedeller ödüyor. Buna haksız ceza diyorum.
Ankara’da yaşayan bir insan olarak söylüyorum, kentin merkezi yerleri, virüs tarlası gibi. O kadar çok kural çiğneyen insan var ki. Kadın, genç, erişkin şiddeti diyorum bu görüntülere.
Sağlık çalışanlarına yönelik şiddet ise utanılacak düzeye geldi.
Siyasetçinin dil şiddetine inanamıyorum. Şiddetsiz tepki gösteren veya kendisini şiddetsiz ifade etmeye çalışan öğrencilere, gençlere, çevrecilere, hayvan özgürlüğü savunucularına, siyasetçilere ve demokratik kitle örgütü üyelerine yönelik sözler, karşı tepki olmaktan çıktı, yalana, iftiraya, tehdide ve hakarete evrildi.
Salgında Türkiye, çok tartışılabilir. Bu yazı, “Dost Dili” ana bölümünde yayınlanıyor. Sonsöz’ün haber ve başlıkları ile içerikleri şiddet dilinden uzak, dost dili kapsamında. Bu nedenle, çok geciktiğimiz bir konuda, geçmişi yargılamadan önerilerde bulunmak istiyorum.
Kovid 19 salgınında iletişim ve işbirliğinin sağlanamaması, ödediklerimizi ağırlaştırdı. Kapalı veya açık alanlarda, evlerde, işyerlerinde, halkın etkili bir bölümü kuralları çiğniyor. Uyarı, bilgilendirme, ceza işlemleri yok denecek kadar az.
Bu yazıda, Sağlık Bakanlığına şu öneriyi yapıyorum. İçişleri Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, belediye başkanlıkları, sendikalar, meslek örgütleri, gönüllü kuruluşlar, medya ve asla unutulmaması gerekeni belirtiyorum, Türk Tabipleri Birliği ile ülke düzeyinde iletişim kurulmalı, işbirliği yapılmalıdır.
Tıp doktorlarının yuvası olan Türk Tabipleri Birliği’nin ve diğer üst birliklerin, şiddet değil, sevgi, dostluk ve sağlık içeren farklı öneri ve görüşleri önemsenseydi salgına daha kolay direnilir, kayıplarımız daha az, belki de hiç olmayabilirdi. Bizden farklı olanlara, hatta şiddetsiz eleştirenlere bakarken, din, dil, ırk, siyaset ve cinsiyetin numaralı gözlüğü ve kulağı ile değil, insan gözü ve yüreği ile yetinmeliyiz.
Çok kararlı bir şekilde belirtiyorum ki, bir araya gelindiğinde, iletişim ve işbirliği sağlandığında, bu satırların yazarının yapacağı öneriler, salgın şiddetini, sağlıkta şiddeti, kadına yönelik şiddeti çok azaltacak, belki de önleyecektir.
Elbette, kamu kuruluşlarının, siyasal partilerin, odaların, baroların, sendikaların, gönüllü kuruluşların ve medyanın yaptıkları ve katkıları çok değerlidir.
Etkili, sürdürülebilir ve farklı önlemler için iletişim ve işbirliği öneriyorum. Burada da Sağlık Bakanlığı’nın, yaptıkları ile yetinmemesini, ilgili bakanlıkları, Türk Tabipleri Birliği’ni, Türkiye Barolar Birliği’ni, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’ni, Türkiye Esnaf ve Sanatkarları Konfederasyonu’nu, işçi, memur ve işveren sendikalarını, basın ve basın örgütlerini de sürece katarak, sağlık çalışanlarına ve genel olarak diğer şiddet çeşitlerinin de önlenmesini hedefleyerek çağrı ve önderlik yapmasını öneriyorum.
İlk aşamada, Ankara’da, hızlı bir şekilde, kurultay veya çalıştay düzenlenebilir. Dost yürekten, dost dili ve dost eliyle sevgiler sunuyorum.