KIZILCAGÜN ANKARA BASINININ İLK ADIMIDIR

Bir dönemin basın tarihinin yazılması, Gazi Mustafa Kemal’in 19 Mayıs 1919 yılında Samsun’a ayak basması ve “Kurtuluş Meşalesi”ni yakılmasıyla başlar. Gazi Mustafa Kemal, Amasya, Erzurum ve Sivas Kongrelerini yapıp, 27 Aralık 1919 tarihinde Ankara’ya gelmesi ile uzun yıllar semalarına kara bulutların çöktüğü, umutların tükendiği Anadolu'da, yeni bir varoluşun müjdesini vermiştir.

27 Aralık 1919’da Atatürk’ün Ankara’ya gelişi “ Kızılcagün”dür.

Aslında bu Türkiye Cumhuriyeti’nin gayri resmi olarak kuruluş günüdür. Ankaralıların Gazi Mustafa Kemal’i karşılaması ve düzenli Seymen Alayı’nın oluşması, bizlere Türk töresinin bir geleneğini hatırlatmıştır Bir devletin yıkıldığı, yeni bir devletin kurulduğunun dünyaya duyurulmasıdır.

 Gazi Mustafa Kemal ile Ankaralı Seymenler arasında şöyle diyaloğ geçer;

“Neden geldiniz, zahmet ettiniz”

Seymenler “Sizi görmeye, bu vatan uğrunda ölmeye geldik”

 Bu sivil oluşum ve tarihte eşine az rastlanır halk desteği, Milli Mücadeleyi taşıyacak olan Ulu Önder’e ve Kuvayı Milliyecilere olağanüstü bir moral ve güç vermiştir... Ve Ankara bundan

 böyle yüzyıla damgasını vuracak olan ve dünyadaki bütün ezilmiş halklara bir model oluşturacak Ulusal Kurtuluş Savaşımızın merkezi durumuna gelmiştir.

 Ayrıca, Kızılcagün, Ankara’da yeni bir basının ilk adımlarıdır.

 İLK İŞİ GAZETE ÇIKARMAK

 

Gazi Mustafa Kemal Ankara’ya geldiğinde, şimdiki Ziraat Fakültesi olan Ziraat Mektebine yerleşti.

Arkadaşlarını toplayıp, bir taraftan kurtuluş mücadelesinin hesaplarını yaparken, diğer yandan, halkı bilinçlendirecek ve doğru haber vermek amacıyla bir gazete çıkarılmasının istedi ve “ Halka ne yapacağımızı anlatmamız gerekmektedir. Bu yüzden hemen yeni bir gazete çıkarmamız gerekir.”dedi.

 Adını da kendisi belirledi ve “ Hâkimiyet-i Milliye” oldu.

Hâkimiyet-i Milliye Ankara Vilayet Matbaasında 10 Ocak 1920’de ilk sayısı yayınlandı. Başyazarlığını da Mustafa Kemal yaptı. Gazetenin ilk sayısı çıktı ama devamı bir türlü gelmiyordu. Çünkü mürettip sıkıntısı vardı. Matbaacılıkta, özellikle o dönemlerde gazete matbaacılığında mürettiplik önemli bir bölümdü. Geçmişte henüz entertip dizgi makineleri Türkiye’ye gelmeden önce, gazetenin tüm yükü mürettiplerin sırtındaydı. Çünkü sadece kumpaslarla başlıklar değil, haber metin yazıları da kasalarda hurufattan diziliyordu.

Önce, İstanbul’dan mürettipler getirildi.  İstanbul’un rahatlığına alışmış olan mürettipler kısa süre sonra Ankara’dan kaçtılar.  Gazeteyi dizecek mürettip Ankara’da bulunamıyordu. Müslüman olan Ankara’daki mürettipler ikindi namazından sonra heybelerini eşeklerin sırtına yükleyip, bağ yolunu tutuyorlardı. Bunların çoğu Çankaya, Küçükesat ve Keçiören’deki bağ evlerinde oturuyorlardı.

Gazete sorumluları, mürettiplere;

“Nereye gidiyorsunuz. Gazete daha bitmedi” denildiğinde

“Biz gece çalışmayız, baykuş muyuz. Hem gece çalışmak günahtır” yanıtını veriyorlardı.

O dönemde Ankara’da elektrik yok. Hava kararmaya başlayınca, hayat sönüyordu. Gün ışığından mahrum kalınca petrol lambasıyla çalışmak zor oluyordu.

 ATATÜRK “GAZETE NEDEN ÇIKMIYOR ?”

 

İlk sayısı çıkan Hâkimiyet-i Milliye’nin devamı bir türlü gelmiyordu. Atatürk, Başmürettip Ahmet Ulus’u çağırarak “Gazete neden çıkmıyor” diye sorduğunda, “Paşam mürettip bulamıyoruz” diye yanıt verince “Bu ülkede gayri müslüm zanatkarlar vardır. Onları neden bulmuyorsunuz” dedi. Bunun üzerine Ankaralı Yahudi Lavut ve Leon isimli mürettipler ile Ermeni Kirkor, Ohannes ve Taras isimli mürettipler gazeteye getirildi. Hâkimiyet-i Milliye Eskişehir’den getirilen baskı makinesi ile haftada iki gün 4 sayfa düzenli olarak yayınlanmaya başladı.

 Gazete çıkarmanın zorluğu sadece mürettip sıkından ileri de gelmiyordu. O dönemde elektrik yok. Elektrik olmadığı için baskı makinesi kol gücüyle çalışıyordu. Gazeteyi basmakta zordu. Hergelen Meydanından getirilen güçlü kuvvetli hamallar kolları çevirir, makine ustası da kağıtları elle verip baskı yapılıyordu.  İlerleyen günlerde hamallarda işi bırakınca, o makinenin kollarını çevirmek iş gazetenin muhabir ve yazarlarına düşerdi. İlk zamanlarda böyle zorluklarla karşılaşıldı.

 GENÇ CUMHURİYETİN DOĞUŞU

 

23 Nisan 1920’de Meclis’in açılması, 13 Ekim’ 1923’de Ankara’nın Başkent yapılması ve 29 Ekim 1923’de Cumhuriyetin ilan edilmesiyle genç cumhuriyet doğuşu gerçekleşti. Cumhuriyet’in kuruluş tarihinden itibaren ülkenin yeni başkenti Ankara, Ulus merkezli olarak büyümeye başladı. Birinci ve İkinci Meclis buradadır. O dönemde bakanlıklar, yargı organları, bankalar ve diğer resmi kurumlar hep Ulus çevresine yayılmıştır. Türkiye'ye gelen yabancı konukların ağırlandığı Ankara Palas da Ulus'tadır. Çağdaş sanatın kalbi burada atmaktadır. Tiyatrolar, sergi evleri ve konser salonları Ulus çevresindedir. Batılılaşma ve yenilik hareketlerinin temeli de Ulus ve civarında atılmıştır.

 Genç Türkiye Cumhuriyeti, 1929 yılında Harf Devrimi ile yeni bir döneme girdi. Harf değişikliği yurtta hem okuma yazmayı kolaylaştırdı, hem de eğitim sisteminin o döneme göre en sağlam biçimde kurulmasını sağladı. Yeni teknoloji ile yeni dizgi ve baskı makineleri getirildi. 1934 yılında  “Hâkimiyet-i Milliye’nin adı “Ulus” olarak değiştirildi.

 Rüzgârlı Sokak’ın girişine CHP Genel Merkezi geldi ve alt katına da modern bir matbaa kuruldu.  Devrin ünlü gazetecileri burada görev yaptı.

 NEDEN RÜZGÂRLI SOKAK?

 

Bunun en önemli nedeni, sokağın İkinci Meclis'e en yakın yer olmasıdır. Gazeteciler için haber kaynağı Ulus bölgesidir ve gazeteci yaya olarak dolaşmaktadır. İkinci Meclis binasının arka tarafında Rüzgârlı Sokak’a açılan çamurlu bir yol vardı. Bu yolu kullanan gazeteci kestirme yoldan

Gazete Bürolarına ulaşırlardı.  Böylece, Ankara’nın Bab-ı Ali’si olarak adlandırılan Rüzgârlı Sokak,

Türk basın tarihinin önemli bir mekânı haline gelmişti.

 Türkiye'de 1946 yılından itibaren çok partili sisteme dönülmesiyle birlikte, gazete ve matbaa sayısı da arttı. Gazete ve matbaaların çoğu bu sokaklarda açıldı. Agâh Efendi Çıkmazındaki Güneş Matbaası 1949 yılında kuruldu. Ulus'tan sonra zengin kadro ve yeni teknolojiye sahip bir matbaa idi. Birçok gazete burada basılırdı. Demokrat Parti’nin Genel Merkezi de bu binada idi. Ayrıca Demokrat Parti'nin yayın organı Zafer Gazetesi yayın hayatına girdi ve binanın alt katındaki matbaada basılıyordu. Yani Rüzgârlı Sokak, hem iktidarın, hem de muhalefetin basın merkezi oldu.

 Cumhuriyet dönenimden başlayıp, 1980 yılının başına kadar, Rüzgârlı Sokak tarihi Ulus semtinin ve Ulus Meydanı’nın en hareketli, en canlı sokağı idi. Ancak 1980 yılından sonra gazeteler tek tek sokağı terk etti.  Bir zamanlar mürekkep kokan sokak, şimdi inşaat malzemeleri satan ve fayans kokan sokak haline geldi.