KIRMIZI PAZARTESİ

Sihirli ve mantığımızın almadığı derinden gelen bazı zamanlar olur. Aslında rengini yansıtan şey, ona bizim vergimiz...

Sihirli ve mantığımızın almadığı derinden gelen bazı zamanlar olur. Aslında rengini yansıtan şey, ona bizim vergimiz addır. Yaşadıklarımıza bakıldığında ortada bir suç var mı? Yok mu? Suçu kim işledi? Herkes biliyordu da kimse neden ona ses çıkarmadı, ya da az ses çıktı dikkate alınmadı mı?, bu çok tartışılacak.

Ne kadar çok soru insanın aklına geliyor. Bazen oluyor ki, her şeyi herkes biliyor ancak kimse ses çıkarmıyor, uyuyan uyanır diye ya da uyuma numarası yapanlar rahatsız olur diye, kimse uyartmaya çalışmıyor. Uykudan uyanınca herkesin felaketi olacağı düşünülüyor belki de. Ya da herkes bazen hiçbir sorun yokmuş gibi bütün sorunları halının altına süpürür. Vardır ama yoktur. Gerçeği bazen saklarız söylemeyiz. Bazen yalan söyleyerek gerçeğin ortaya çıkmasını geciktiririz.

İç çatışmalarımız vardır. Bunlar toplumsal olaylarda da tezahür eder. Siyasiler çoğu zaman gerçekleri söyleyeceklerine dolambaçlı yollardan söylerler. Bazen de gerçek olmayan şeyleri abartılı bir şekilde anlatırlar, halk dilinde buna köpürtme de denilir. Toplumsal iç çatışmalar ve dinamikler her zaman gerçekleri değil de yalan ve yanlış olan şeyleri çok daha çabuk kabul eder. Toplum neden yalanları çok çabuk kabul eder de gerçeklere direnir ki? Bu durum her zaman üzerinde düşünülmeye ve açıklanmaya muhtaçtır.

Bazen bir olayı anlatmak doğrudan çok zordur. Onun için metafor kullanılır ve bir benzetmeyle anlatılır. Bu makalenin başlığı da bizim deprem konusuna ne kadar benziyor. Her şey biliniyor ama kimse var mı?, Sesim duyuluyor mu?, diye ses çıkaramıyor. Latin Amerika Edebiyatı’nın en tanındık yazarlarından Gabriel García Márquez’in 1981 tarihli “Kırmızı Pazartesi “adlı kısa romanı. Bizim yaşadıklarımıza benzemesi açısından ne kadar gerçek. Kırmızı Pazartesi romanının konusu ise kısaca şöyledir:” Genç ve zengin, ancak zenginliğinin nereden geldiği bir sır olan Bayardo San Román, bir gün yolda gördüğü Ángela Vicario ile evlenmeye karar verir ve gösterişli bir düğün yapabilmek için parasını cömertçe harcamaya başlar. İstediği her şeye sahip olan Bayardo San Román, Ángela Vicario’yu da elde etmekte zorlanmaz. Gerdek gecesi eşinin bakire olmadığını fark eden Bayardo San Román, aynı gece Ángela’yı baba evine geri götürür. Bunun üzerine, ikiz kardeşler Pedro ve Pablo kız kardeşlerinin yaşadığı bu felâkete kimin sebep olduğunu sorar ve Arap kökenli Santiago Nasar’ın ismini duyar duymaz ellerine geçirdikleri bıçaklarla sokağa fırlarlar. Gece boyunca herkese Santiago Nasar’ı öldüreceklerini söyledikleri halde kimse onlara inanmaz ya da inanmak istemez. Halk, Santiago Nasar’ın öldürüleceğini bile bile sessiz kalmayı tercih eder.”

Pazartesi sabaha karşı toplumumuz gerçekliği bilinen bir deprem yaşadı. On ilde büyükçe bir deprem oldu ve üst üste olması nedeniyle de büyük denecek bir felaketle karşı karşıya kaldık. Defalarca devletin ve bilim dünyasının bildiği bir deprem göz göre göre geldi. Depremin geleceği çok belli olmasına rağmen kimse buna önlem almadı ve sesiz kaldı.

Bu depremin gerçekleşeceğini bilen yöneticiler, çeşitli senaryolar yaparak, deprem konusunda bir deprem tatbikatı bile yapmıştı. Sonuçları üzerine çalışmış, muhtemel etkilerini de ortaya koymuştu. Gerçi her deprem olduğu döneminde televizyonlarımız ve basınımız çeşitli bilim adamlarını kamuoyu önüne çıkarır, onlardan depremin nasıl olduğu ve gelecekte nasıl olacağı konusunda düşüncelerini alırlar. Deprem olduktan sonra siyasiler çıkar, halkımızın başı sağ olsun en kısa zamanda yaraları saracağız diye demeçler verirler. Büyükçe büyükçe şeylerden bahsederler.

Sonuçları belidir. Doğa kendi kurallarını uygular, kendi hareket yasasına karşı çıkanı önlem alınmamışsa yerle bir eder. Depremin öldürücü olduğunu bildiği halde kimse yeterli önlemi almaz. Ses çıkarmaz, bir yığın geçici işler yaparak gerçeğin tam olarak kavranmasına da izin vermez. Uygun yasalar çıkarmaz, çıkarılan yasaları uygulamakta tereddüt gösterir, yıkıma uğrayacak ve can kayıbı yaşayacak kentlerimizi sağlamlaştırmaz.

Sonucu bilinen, yaşama karşı ölümü tercih etmek, bu bir insanlık suçudur. Bu suçu kabullenmek ve gelecekte olacağı belli olaylar hakkında daha kararlı ve halka yalan söylemeden bir pozisyon almak belki biraz kabul edilebilir bir durumdur. Üst üste yaşanılan depremler gerçek bir olgu olarak ortada dururken, buna önlem almamak, başlıca insan kayıbı olmak üzere milyar dolarları bulan ekonomik bir kayıpla karşı karşıya kalmaktayız. Belki de yıllarca sürecek toplumsal sarsılmışlık maddi kayıplardan daha önemli bir hal alacak.

Romandaki gibi sonucu bilinen Kırmızı Pazartesi bizim için sonucu bilinen kap kara pazartesi olarak toplumsal belleğimize kazındı. Ancak, bunca sonucu bilinen bir doğa olayına sessiz kalmak toplumca da bir insanlık suçudur. Yalan ve yanlışı daha çabuk kabul etmeden gerçekliğimizi yüksek bir sesle ifade etmenin ve daha etkili önlemler almanın zamanı geldi de, geçiyor sanıyorum.