Günler su gibi akıyor, önüne ne gelirse alıp gidiyor. Akan suyun faturası da feci bir rakamla bize yazılıyor.
Hava buz gibi ama aynı zamanda ortalık cehennem gibi.Zebani kılıklı adam gelmiş benden hesap soruyor,
Bu tavuğun bir ayağı niye kırık?
Ben kem küm derken Kasap amca devreye giriyor. Elinde satır; “Vay senin…!”
Dünyanın düz bir tepsi olduğu inancı geride kalmış, kavanoz dipli olduğuna inanıldığı dönemler…
Lise bitmiş üniversite hayali yok. Nedeni: ”Anarşi”. Bizler, okuyup da ne olacağız kafasındayız; kapitalist devlete hizmet mi edeceğiz, ama bir başka gençlik dünyayı bu nesil kurtaracak.Biz halkız, devrimciler halktan yanadır diyor .
Aylar, yıllar böyle geçip giderken bir de baktım ki bize bunları diyenler okullu olmuş, işe girmiş! Bir kısmı da o kapitalizm çarkını döndürmeye bakıyor.
Hani kapitalist devlete karşıydınız, hani devrimciydiniz?
Bu hayat buz dolu bir havuza düşmek gibiydi. Kendime geldim ve bende en kısa zamanda bir iş arama telaşına girdim. Düz liseden mezun oldum ama okul hak getire, meslek yok… Bir an önce iş bulmak, çalışmak lazım. Yaş olmuş bilmem kaç…
Amcam kasaptı ,çalıştığı markette ayak işlerine yardımcı olmam için beni de yanına aldı. Günler geçti, yavaş yavaş tezgâhtarlığı öğreniyorum.
Yeni gördüğüm o kadar çok ürün var ki, durmadan amcama sorular soruyorum, adam sabırla anlatıyor. Bir gün yine raflara ürün diziyorduk. Kolilerden birinden renkli renkli kutular çıktı, üzerlerinde “Orkit” yazıyor.
“Amca bunlar nedir?” diye sordum.
Amcam kem küm edip ”Bunlar kadın donu.” dedi. Ben o zaman bu cevabının daha fazla üzerinde durmadım. Ama yıllar sonra askerde postalların ayak taban ve sırtlarına vurmaması için kullandığım, amcamın kadın donu dediği “Orkit”ler çok işime yaramıştı.
Zaman geçtikçe ortama iyice uyum sağlamış, marketin işlerini amcam olmadan da yapmaya başlamıştım, tezgâhtarlığı az da olsa öğrenmiştim.
Bir gün bir erkek müşteri benden tavuk istedi, tavuğu tarttım poşete koydum müşteriye verdim ve gitti.
Aradan yarım saat geçti geçmedi, tavuk verdiğim müşteri büyük bir öfkeyle marketten içeri girip kasap reyonuna yanaştı.
“Sen utanmıyor musun bana kırık bacaklı tavuğu veriyorsun?” diyerek elindeki tavuk poşetini bana doğru uzattı bağırarak, “Bu tavuğun bir ayağı niye kırık?” diye sorup cevabı beklemeye başladı.
“Beyefendi ben nerden bileyim tavuğun bacağının kırık olduğunu, hem ölmüş tavuk bacağı kırık-çıkık olsa ne olur ki?” (içimden” ayrıca çıkıktır o, kırılsa acısından duramazdı”)dedim.
“Bir de bana akıl öğretiyorsun terbiyesiz, utanmaz… Müşteri her zaman haklıdır!” diye bağırdığı sırada amcam geldi ve “Ne oldu, niye bağırıyor bu adam?” diye sinirlenerek benim yüzüme baktı.
Müşteri, “Hepinizden şikâyetçiyim kim buranın müdürü? Utanmadan hem kırık bacaklı tavuk veriyorsunuz hem bu adam diyorsunuz…”
Bir anda amcamın elinde satır, öyle bir hışım ve öfkeyle tezgâhın arkasından zıpladı ki adama doğru atağa geçti”Hücuuum!…”
Müşteri neye uğradığını anlayamadı, böyle bir tepki beklemiyordu herhalde. Şaşırmış bir şekilde bir an donup kaldıktan sonra arkasına bakmadan marketten bir kaçışı vardı ki; ağlayayım mı, güleyim mi bilemedim.
Markette çalışanlarca, aylarca adım kırık bacaklı tavuk satan tezgahtar olarak kaldı.