Sultan I. İbrahim döneminde yaşayanlar o zamana kadar hiç görmedikleri haksızlıkları, adaletsizlikleri bu dönemde gördüler. Padişah Deli İbrahim dünyanın her tarafından kürkler getirterek gözdelerinin, ikballerinin saraylarını süslemekle meşgul idi. Padişahı keskin nefesi ile iyi eden, -hatta gereğinden fazla bile iyi eden- Cinci Hoca, Anadolu Kazaskeri olarak seri kadı tayinlerinden aldığı çil çil altınları depoluyordu. Yıl 1647 idi. Hiç bitmeyecekmiş gibi duran Girit Seferi bütün şiddeti ile devam ediyordu. Her yıl Anadolu’dan asker toplanıyor, akça toplanıyor Girit’e gönderiliyordu.
İşte devlet otoritesinin şahsi menfaatlerin ve ihtirasların gölgesinde kaldığı bu dönemde, Kıbrıs’a gönderilen bütün Beylerbeyileri ilk iş olarak verdikleri rüşveti çıkarabilmek için halkı soymakla işe başlıyorlardı. Aynı şey kadılar için de geçerliydi.
Rüşvetle makam alan kimsenin görevi sırasında rüşvet almadan iş yapması mümkün mü? Hem bir makama atanan kimsenin o makamda kaç gün, kaç ay kalacağının hiçbir garantisi yok. O yüzden elini çabuk tutup bir an önce verdiği rüşveti halktan rüşvet alarak kapatması gerekiyordu. Gönderilen valinin arkasından çok geçmeden şikâyetçiler geliyor ve “bizi kurtarın” diye Divan-ı hümayunun eşiğini aşındırıyorlardı.
1647 yılında Köse Ali Paşa, binlerce akça rüşvet dağıtıp en sonunda Kıbrıs Beylerbeyiliği beratını kapmayı başardı. Köse Ali Paşa, Kıbrıs’a indiğinde Hıristiyan halktan cizye vergisi toplanmaktaydı. Köse Ali Paşa halkın elindeki paraları bazen selam akçası (selâmiyye), bazen devir akçası, bazen cerîme olarak ellerinden alıyordu. Halk bu zamana kadar böyle büyük soygun görmemişti.
İstanbul’daki devlet erkanı ne zaman Kıbrıs’tan şikâyetçiler dökülüp gelmeye başlayacaklar diye beklemekteydi. Fakat beklentilerin aksine Kıbrıs’tan hiçbir şikâyetçi gelmiyordu. İstanbul’da bulunan devlet erkânı “hele şükür Kıbrıs’a iyi bir beylerbeyi bulabildik” diye sevinmeye başlamışlardı.
Bu şekilde 7-8 ay geçti. Nihayet bir gün İstanbul’a bir şikâyetçi ulaştı. Başladı gördükleri zulümleri, soygunları anlatmağa:
Köse Ali Paşa bütün iskelelere ve geçit noktalarına gözcüler koymuştu. Bu gözcüler halkın bütün ticaret eşyasını tek tek arıyorlar ve bir şikâyet mektubu, bir şikâyet dilekçesinin gizlice İstanbul’a ulaşmaması için büyük bir özen gösteriyorlardı. 7-8 ay Kıbrıs’tan hiçbir şikâyetçinin veya şikâyet mektubunun İstanbul’a ulaşmaması için halktan hiç kimsenin adadan dışarı çıkmasına izin vermiyorlardı.
Sonunda Köse Ali Paşa görevden alınıp yerine Vardarî Ali Paşa tayin olundu. Köse Ali Paşa bütün leventleriyle Anadolu toprağına geçip İstanbul’a giderken yeni beylerbeyi Vardarî Ali Paşa ile karşılaştı. Kendisi Larende’ye geldiğinde arkasından tomar tomar dilekçe ve mektuplar ile şikâyetçileri gelmeğe başladı. Bunlar Ali Paşa’nın İstanbul’a gelmesi için bekletildiler. Ali Paşa 7-8 ayda iyi çalışmış, kesesini iyi doldurmuştu. Bu paranın bir kısmını rical-i devlete “hedâyâ” verip onların desteğini sağladı. Şikâyetçileri razı etmesi şartıyla suçları affolundu ve kelleyi “ibret çeşmesi”nde teşhir olunmaktan kurtardı.
Alemin sığınağı olan padişahın “mu’aşeret-i nisvân”a ilgisi devam ediyordu. Gözdelerinin ve ikballerinin hatırlarını hoş etmek için çok para gerekiyordu. Vezirlerin baş görevi ise padişahın istediği paraları ve kürkleri bulmak olduğundan Köse Ali Paşa’nın kelleyi kurtarması çok zor olmamıştı.
Köse Ali Paşa’nın halkı hem soyup, hem de seslerini, soluklarını kesip şikâyet bile edemez hale getirmesi soygunun zirvesi olarak tarihe geçti.