KARARTMA GÜNLERİ

Kırk yaş altı gençler bilmez, o zamanlar ben çocuktum Kıbrıs Barış Harekatı sırasında bir hava saldırısına karşı karartma uygulaması yapılmış, vatandaşlar sirenler çaldığı zaman hangi önlemleri alacağı konusunda talimatlandırılmıştı ve bu hazırlıklar herkes gibi beni de çok etkilemişti. Bu yüzden karartma denince aklıma hep savaş ve Kıbrıs barış Harekatı gelir.

Bugün ise yeni bir savaş yaşıyor olmalıyız ki gene karartma günlerine denk geldik amma ve lakin bu sefer şehirler değil ekranlar karartılıyor ve bu savaş ülkeler arasında değil demokrasi ve özgürlükleri savunanlar ile demokrasi ve özgürlüklere karşı olanlar arasında yaşanıyor...

Muktedirlerin yanında konumlanmayan demokrasi, hak ve özgürlükleri savunan iki önemli televizyon kanalı; HalkTv ve SözcüTv onar gün ekran karartma, yayın yapmama cezası aldı!

Peki, sadece bu kadar mı?

Elbette hayır kodese tıkılan gazeteciler kervanına en son olarak Fatih Altaylı da katıldı günlerdir dört duvar arasında esir tutuluyor. Fatih Altaylı gibi kırk yıllık gazeteci, televizyon programcısı ve Youtuber sudan sabundan bahaneler ile tutuklandı emin olun dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde böyle gerekçeler ile bir kişiyi tutuklamak mümkün değildir.

Özgür basını susturmak için o ya da bu şekilde bir gerekçe buluyor, hiçbir şey bulamazlarsa “Halkı kin ve düşmanlığa kışkırtma” suçlaması ile işlem yapıyorlar.

Fakat her nedense bu “halkı kin ve düşmanlığa kışkırtma” gerekçesi hep muhalefete ve kendini iktidarın yanında konumlandırmayan çevrelere karşı işliyor yoksa örneğin Leman Dergisinin önünde toplanıp "Dişe diş, kana kan, intikam intikam!" ve "Kemalist kafirler hesap verecek!" sloganları atan İBDA-C terör örgütü mensubu olduğu iddia edilen kişilere kimse “halkı kin ve düşmanlığa tahrik” suçlaması ile işlem yapmıyor!

İktidara karşı en ufak bir protesto eylemine katılıp slogan atanlar ters kelepçe ile gözaltına alınıp günlerce tutuklu kalırken polis böyle açık şiddet ve tehdit içeren sloganlar atan netameli kişilere büyük bir nezaketle davranıyor, işlem yapmak yerine seyretmekle yetiniyor.

Elbette baskı sadece ve sadece basın kuruluşlarına ve medya mensuplarına yönelik değil, iktidara biat edip boyun eğmeyen bir çok muhalif de aynı şekilde baskıya maruz kalıyor.

Örneğin 15 milyon seçmen ve Cumhuriyet Halk Partisi tarafından Cumhurbaşkanı Adayı olarak belirlenen Ekrem İmamoğlu hapse atılmakla kalmadı, sosyal medyası kapatılarak ona da bir tür ekran karartması uygulandı...

Sadece bu kadar mı?

En sıradan vatandaş bile iki satır yazı yazar, bir sosyal medya paylaşımı yaparsam sabaha karşı polis kapımda biter korkusu ile otosansür uygulayıp, kendi ekranını kendi karartıyor zaten...

Dolayısıyla KARARTMA GÜNLERİ tabirim bence cuk oturuyor ve bu günleri tam manası ile anlatıyor.

Dahası eminim ki gelecek nesiller bu günleri anlatırken tarih kitaplarına “istibdadın hüküm sürdüğü, karanlığın yayıldığı, karartma günleri” notunu iliştireceklerdir.

Peki, bu sürdürülebilir bir durum mu?

Peşin peşin söyleyeyim; bu çağda böyle bir durum sürdürülebilir değildir.

Muktedirler nehirlerin asla tersine akmayacağını, demokrasi ile öyle ya da böyle bir kere tanışan toplumların elinden hak ve özgürlüklerini almanın mümkün olmadığını elbette görecek, öğrenecektir!

Hiç tereddütsüz eminim ki Türk Milleti engin feraseti ile bu süreci uhulet ve suhulet ile götürüp, Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde kurduğu cumhuriyete, elde ettiği demokratik hak ve özgürlüklere sonuna kadar sahip çıkacaktır.

Türk Milletinin egemenlik hak ve özgürlüklerine göz diken, Cumhuriyetimize düşman azgın azınlık elbetteki kaybetmeye mahkumdur...

Hiçbir algı operasyonu ya da karartma faaliyeti Türk Milleti’nin iradesini gasp etmeyi amaçlayan desiseleri başarıya ulaştıramaz, çünkü; Türk Milleti binlerce yıllık devlet geleneğinden süzülüp gelen kadim bir bilgeliğe sahiptir, en doğru zamanda en doğru tepkiyi vererek iradesine nasıl sahip çıkacağını 19 Mayıs 1919’da başlayan kurtuluş ve kuruluş mücadelesinde göstermiştir.