Sözcü gazetesi yazarı Çiğdem Toker beton kanal fikrinin medyaya sızan fizibilite etüdü, yani yapılabilirlik çalışmasından bazı önemli hususları köşesinde yayınladı. Bu hususlardan en önemlisi ve aslında kanal fikrine temel oluşturan geçiş ücretleri meselesi. Aşağıdaki tabloda size geçiş garantisine emsal teşkil eden 7.850 Net Tonluk bir ticari gemi için Montrö sözleşmesi ile belirlenen ücreti, bugün Kıyı Emniyeti Genel Müdürlüğü tarafından uygulanan ücreti ve beton kanalda uygulanacak ücretleri karşılaştırıyorum:
*Hesapta 1 Ons altın = 1746,40 $ paritesi ve 1 Altın Frank = 0,29 gr saf altın denklemi kullanılmıştır.
*Tablodaki Montrö ile belirlenen ücretler ve bu gün uygulanan ücretler bir gidiş bir geliş içindir, kanal da da aynı hesabın uygulandığı varsayılmıştır.
Tabloda dikkat çeken birinci husus aynı gemi için kanaldan geçiş ücretinin bırakın Montrö sözleşmesi ile belirlenen ücreti, bugün Kıyı Emniyeti Genel Müdürlüğü tarafından tahsil edilen ücretin dahi altında olmasıdır.
Montrö sözleşmesi ile belirlenen Altın Frank karşılığı ücretin, bugün uygulanan ücretten 25 kat, kanalda uygulanacağı söylenen ücretten ise 30 kat daha fazla olduğunu, bu anlaşmayı bu koşullar ile Rusya başta olmak üzere onca devlete imzalatan Mustafa Kemal Atatürk ve hükûmetini bir kere daha alkışlamak gerektiğini de hatırlatmak isterim.
Bu hesaba göre herhangi bir yatırım yapmadan zaten almakta olduğumuz gemi geçiş ücretleri dururken, bu ücretlerden bile düşük ücretler alabilmek için beton bir kanal yapma fikri hangi fizibilite mantığına, hangi akıl ve izana sığar? Doğrusu bunu çok merak ediyorum.
Kılavuz kaptanlık ve römorkör gelirleri de zaten kıyı emniyeti genel müdürlüğü tarafından elde edilen gelirler değil mi? Beton bir kanal yapıp bu gelirleri müteahhit firmalara aktarmanın manası ne?
Bu fikri savunanlar ama orada bir sürü tesis yapılacak bunlardan da gelir elde dilecek diyor. Doğru, bu fikir zaten fizibiliteye de yansımış, fizibilite de:
Gelirler:
– Gayrimenkul gelirleri
– Kanal kullanım/kiralama gelirleri
– Kanal İşletme gelirleri (Kılavuz Kaptan ve römorkör hizmet gelirleri)
– Entegre tesis işletme gelirleri (konteyner limanı, yat limanı, tekne bağlama gelirleri) olarak sıralanmış.
Şimdi bu fizibiliteyi yapanlar entegre tesisler ile gayrimenkul gelirlerini niye ve nasıl bu beton kanal ile ilişkilendiriyorlar bunu açıklamaları lazım değil mi?
Misal orada işleyen ve gelir getiren bir boğaz varken eğer bir ihtiyaç ve talep varsa konteyner limanı, yat limanı ve tekne bağlama yerleri ve benzeri tesisler zaten çok yakın olan boğazın girişine çıkışına da yapılabilir. Dolayısı ile bunlar birbiri ile zerrece ilişkisi olmayan iki farklı yatırımdır. Üstelik böyle yüksek maliyetli bir kanal yapmak ve işletmek tek başına yapılacak böyle yatırımların da gelirini tüketip, karlılığını düşürecektir.
Son olarak elde Gayrimenkul gelirleri kalıyor. Doğru AKP iktidarı Gayrimenkul rantı yaratıp yandaşlarına dağıtma konusunda emsalsiz bir başarıya sahiptir. Lakin eğer İstanbul’da 500 bin kişilik yeni, akıllı ve depreme de dayanıklı bir şehir inşa edilmek isteniyorsa bunun için bir kanal kazmaya, onca yatırıma girişmeye ne gerek var? İstanbul’da onlarca böyle uydu kent projesi yapılmadı mı? Eğer ısrarla böyle bir yeni kent projesi düşünülüyorsa kanal yapılmadan, tarım toprakları heba edilmeden de yapılamaz mı? Bu da kanal ile ilgisi, alakası olmayan başlı başına bir iş değil midir?
Bakın sayın Erdoğan siz üç beş gökdelenin bile İstanbul’un o eşsiz siluetini nasıl perişan edeceğini öngörememiş, bunun için derin pişmanlık yaşamış ve “biz bu kente ihanet ettik” itirafında bulunmuş bir siyasetçisiniz. Sizin önünüze konan bu saçma sapan fizibilitelere itibar etmeyiniz, İstanbul’u gerçekten de seviyorsanız, ekonomik ve ekolojik bir faciaya yol açacağı kesin olan bu işte inat etmeyiniz…