KALKANLAR, “ALDIRIRIM SENİ…ALIN ŞUNLARI…” ve BAKAN YERLİKAYA…

Bir önceki yazımda, insana, hayvana, çevreye, doğaya yönelik silahlı veya silahsız şiddet çeşitlerinin çok arttığına değinmiş, korkularımın, yüreğimin taşımasını zorlaştıracak bir ağırlığa ulaştığını belirten ifadeler paylaşmıştım.

Yine aynı yazımda, polis, jandarma ve halk ilişkileri, çevre kıyımları, toplanma, ifade ve şiddetsiz tepki özgürlüğü, bazı bakanlarımıza daha önce yaptığımız önerilerin yinelenmesi, anımsatılması konularına değineceğimi belirtmiştim.

9 Haziran 2023’deki yazım ise, İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya ile Gençlik ve Spor Bakanı Osman Aşkın Bak’a açık mektup niteliğindeydi.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından, İstanbul Valiliğinden İçişleri Bakanlığı’na atanan Ali Yerlikaya’ya yapmaya çalıştığım öneriler, doğrudan Türkiye’nin bugünü ve geleceği ile yakından ilişkiliydi. Türkiye’yi büyük bir aile sayan bir insanım. Türkiye aile ise, çeşitliliği, yaygınlığı ve sayısallığı artan “Aile İçi Şiddet” azalmalı, hatta insana yakışacağı şekilde hızla sonlanmalıydı.

Bakan Ali Yerlikaya, görevi  teslim aldığı önceki İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’dan farklı olmalıydı. Hem de çok farklı. 9 Haziran 2023 tarihli yazımın bir bölümünde şunları yazmışım.

““Evim Türkiye”, Cumhuriyetin 100. yılında çok zorlu sorunların karşısında elbette. Bu zorlu süreçle baş edebilecek insan gücüne ve kaynaklara da kesinlikle sahip. Bu insan gücü ve kaynakların, zorlukların aşılmasında etkili olabilmesi için eksiksiz demokrasi ve şiddetsiz iletişim zorunlu.

Gençler, öğrenciler, gönüllüler, sendikalar, dernekler, ifade özgürlüklerini kullanmak, kamuoyuna sıkıntılarını, gördükleri baskıları anlatmak istiyorlar, karşılarında polis gençler. İtişmeler, ters kelepçeler, gazlar, basınçlı sular, tomalar, yerlerde sürüklemeler, yere düşmüş bir kadın veya erkek gencin üstünde yine genç polisler. Kaba davranışlarla resmi araçlara alınan insanlar.

Çevre kıyımları yaşanıyor, kentlerde veya kırsal kesimlerde, köylerde, tarlalarda. Sahiplerinin kabul etmediği, insanlık dışı kamulaştırmalar, zorla el koymalar. Tarım arazilerini, tarihsel ve turistik alanları taş ve beton yığınına çeviren bakanlık veya belediye girişimleri. Mahkeme kararlarına aykırılıklar. Şiddet kullanmadan karşı koyan köylüler, anneler, gençler, babalar, gönüllüler. Karşılarında jandarma, kolluk kuvvetleri.

Konuşarak, iletişim kurarak, ikna ederek, şiddet kullanmayarak, yol ve yöntem göstererek, bu çok ayıp görüntüleri sonlandırmalıdır İçişleri Bakanımız.”

Sonra da, toplanma ve ifade özgürlüğüne kapalı olan Taksim Meydanı ile ilgili şu öneride bulunmuştum. 

“Taksim’de örnek bir miting öneriyorum. 1 Eylül Dünya Barış Gününde, Taksim’de, gönüllü kuruluşların da katılımı ile bir miting düzenlenebilir, Türkiye ve Dünya kamuoyuna çok güzel bir örnek sunulabilir.

Sevgili Bakanımıza, ayrıca, önce tüm illerde sivil toplum kuruluşlarının görüş ve önerilerinin alınmasını, bu görüş ve önerilerin Ankara’da birkaç günlük kurultayda değerlendirilmesini de öneriyorum.

Tarihi yapanların, tarihte hak ettikleri yerleri almalarını, o yerleri terk etmemelerini ve sürekli olarak onurla anılmalarını dilerim. Haydi sevgili Bakanlarımız!..”

Gazetelerde ve televizyonlarda gözlerimin ve kulaklarımın inanamadığı, yüreğimin taşıyamadığı, Türkiye’m adına korktuğum ve başımı utançtan öne eğdiğim görüntüler, sözler, çığlıklar, haykırışlar. Acaba, o sırada, başka birileri ohh diyor muydu, kahkahalar atıyor muydu? Türkiye gerçekten kutuplaşmış mıydı, birçok bilim insanının ve basın üstadının söyledikleri, yazdıkları gibi.

Televizyonda bir görüntü daha. Doğayı çok yakından ilgilendiren arazi incelemesi var. Kırsal bölgenin, arazilerin sahipleri de incelemeye katılmak istiyorlar. Jandarma kalkanı eskisi gibi. Yere düşen, hıçkıran, korkan anneler, kadınlar, erkekler, babalar.

İncelemeye, bilir kişi raporuna katkıda bulunmak isteyenlerden birisine bir yargıç, hakim, parmak sallayarak “Aldırırım seni” diyor. Güç nedir, nereden gelir, ne kadar sürer, ne kadar etkili olur?

Jandarma Komutanının davranışı, kargaşada oluşan görüntüler, kırsal alandan ekranlara ve milyonlarca insana yayılan sesler keşke yaşanmasaydı. Ele güne karşı mahcup olmak diye buna derler. El dediğimiz, insan eli değil. Türkiye’nin parçalanmasını, iç çatışmaların çıkmasını bekleyen el’ler, yabancılar. İçimizde veya dışımızda. O “El’ler”, şiddet kullanmadan ifade özgürlüğünü kullanmak isteyenlere, evini, köyünü, tarlasını, merasını, bağını, dağını, ormanını, sularını, hayvanlarını, aslında memleketlerini, Türkiye’mizi  savunanlara, bazı polislerin ve bazı jandarmaların yaptığı kaba hareketleri  izlerken ellerini ovuşturanlardır.

Sevgili Ali Yerlikaya Bakanımıza, konuyu ivedilikle Hükümete taşımasını, yasalara uygun olmasa bile (izin almak ve bilgi vermek), şiddet ve silah kullanılmadan toplantı ve gösteri düzenleyenleri ikna edecek, davranışları yasalara uygun hale getirecek sabırlı bir yöntemi ivedilikle uygulamaya koymasını, bazı jandarma ve polislerin korkutan ve tehdit içeren sözlerine, şiddet etkisi yapan el, kol ve beden hareketlerine engel olmasını öneriyorum.

Annelerin, kadınların, babaların, dedelerin, gençlerin, öğrencilerin, jandarma veya polis kalkanı, copu ve toma’sı ile karşılaşmadığı, itmenin, itişmelerin, ahh’ların, hıçkırıkların, haykırışların olmadığı, “alın şunu… aldırırım seni…götürün şunları…” seslerinin duyulmadığı, kamu görevlileri ve alanlardaki halk kesimlerinin birbirlerini karşıladığı, uğurladığı, birbirlerine el sallayarak ayrılırken tekrar buluşabilmek özleminin başladığı Türkiye dileği, umudu ve özlemi ile…