KADINA YÖNELİK ŞİDDET VE TRAFİK KAZALARI

Araç sayısına oranla ölümlü trafik kazalarında dünya birincisi olan Türkiye, kadın cinayetlerinde de birinciliğe koşuyor.

Ülkenin başta gelen bu iki sorunu yıllardır çözülmüyor; çözülecek gibi de görünmüyor.

Cehaletin, bencilliğin, saygısızlık ve empati yokluğunun bu denli yaygın olduğu bir toplumda bu tür sorunların çözülmesini beklemek hayalciliktir. On yıllardır bu hayalle yaşıyoruz. 

Günümüzün Türkiye toplumunda önemli bir kesimin karakterini biçimlendiren bu özellikler, ne yazık ki yeni kuşaklar arasında da yayılıyor.

Çevremizde örneğini çokça gördüğümüz bu tür insanlar, yüksek öğrenim görmüş olsalar da cahildirler, bencildirler; kendilerini çok önemserler, her şeyi kendileri için isterler, başkalarından bekledikleri saygıyı onlar kimseye göstermezler, hiçbir durumda kendilerini karşılarındakinin yerine koyarak düşünmezler. Her şeyde öncelik kendileri için olsun isterler. Toplum içindeki davranışlarıyla başkalarına verdikleri rahatsızlıkları, kimsenin duygu ve düşüncelerini umursamazlar. 

Kaldırımları, yaya geçitlerini, servis yollarını, engelli geçişlerini fütursuzca işgal edenler, trafikte öteki sürücüleri ortak değil rakip görenler, karayollarını yarış pistine çevirenler onlardır. 

Eşlerini, eski karılarını, sevgililerini, kız kardeşlerini istedikleri gibi yönetemedikleri / yönlendiremediklerinde; onlara istediklerini yaptıramadıklarında kaba güç kullanan, şiddet uygulayan, hatta öldüren aynı kişilerdir.

Onların bir özelliği daha vardır; güce taparlar. Güçsüze karşı zorba, güçlü olanın karşısında kul / köle olurlar. Sağlam bir kişilikten yoksundurlar.

Bunlar, doğuştan gelen ya da kendiliğinden oluşan özellikler değildir. Ailede, okulda, toplum içindeki örgün ve yaygın eğitimle; insan ilişkileriyle, gelenek ve göreneklerle; ülkedeki iktisadi, toplumsal, siyasi düzenin ve toplumda egemen değer yargılarının yönlendirmesiyle oluşurlar.

Ailedeki, okuldaki ve işyerindeki ilişkilerin, toplumdaki yaygın inançların, dilimizdeki çeşitli deyimlerin ve özdeyişlerin, erkeği önceleyen cinsiyet ayırımcılığı ile dolu olduğunu biliyoruz. Bunlar, erkek egemen toplumun kültürel zeminini oluşturuyorlar. 

Çocukluktan başlayarak bu zeminde yetişen erkek kendisini gerçekten öncelikli sanıyor; kadın ise, bu duruma karşı içinde fırtınalar kopsa da konumunu kabullenmek zorunda kalıyor. 

Hemen her zaman zenginin güçlü, güçlünün haklı görülmesi toplumda yaşamın doğal gerçekleri olarak karşılanıyor. Yaşamında bu “gücü, gücü yetene” düzenini deneyimleyen insanlar, öncelikli hedeflerine zengin olmayı; olamıyorlarsa, bir biçimde güçlüler arasına girmeyi koyuyorlar.   

Bütün siyasi tezler, varlıklıların kurulu düzeninin sürdürülmesi için kurgulanmış siyaset alanında oluşturuluyor. Varlıklılar dışındaki büyük çoğunluk için sorun olan konularda bile bu alanın sınırları içinde çözümler aranıyor. 

Siyasetin yalnızca bu alandaki etkinliklerden ve söylemlerden oluştuğunu; sınırların dışına çıkanların hep yitirdiklerini ve dışlandıklarını gören insanlar, kurulu düzeni sorgulamayı, kendileri gibi olanlarla yaşam birliği oluşturmayı, dayanışmayı akıllarına bile getirmiyorlar. Bireycilik, “ben merkezcilik” alabildiğine gelişiyor, yayılıyor.  

Ebeveynlerinin, aile yapısının, yakın çevresinin ve aldığı eğitimin genelden farklı olması sayesinde bu düzenden çok fazla etkilenmeyen bir kesimdekiler dışında, doğumuyla işte bu dünyaya gözünü açan çoğu insanın karakter özellikleri, yaşadıkça gördükleri, deneyimledikleri, öğrendikleri olay, olgu ve bilgiler çerçevesinde biçimleniyor.   

On yıllardır ölümlü trafik kazalarındaki dünya birinciliğimize son veremeyen devlet, işte bu insanları değiştirecek önlemleri almak yerine kazalarla meşgul olduğu; karayolu denetimleriyle ve artırılan cezalarla kazaları azaltmayı beklediği için başarılı olamıyor.  

Aynı olgu kadına yönelik şiddetin ve cinayetlerin önlenememesinde de görülüyor. Bu konuda da nedenleri ortadan kaldırarak şiddetin nasıl bitirileceği değil, kadınların erkek şiddetinden nasıl korunacağı, suçluya verilecek cezanın caydırıcı olup olmadığı konuşuluyor.

Kısacası, bataklık dururken, sivrisineklerle meşgul olunuyor.

Oysa yapılması gereken, devleti yönetenlerin, toplumda yaygınlaşan bu insan tipini değiştirecek; toplumu bu kirlilikten arındıracak çalışmaları zaman geçirmeden başlatacak iradeyi göstermesidir.

Kurulu düzeni korumak, kollamak ve sürdürmekle görevli devleti yönetenler bu iradeyi gösterirler mi dersiniz?