Kadın Olmak, Dışarıda Olmamak mı?

Ben bir kadınım. Aynı zamanda bir yurttaşım, bir genç. Ama bu ülkede sokağa her çıktığımda en önce kadın olduğum hatırlatılıyor bana.

Bu hatırlatma bazen bir bakışla, bazen bir sözle, bazen bir sessizlikle geliyor. Çünkü Türkiye’de kamusal alan hala herkes için eşit bir yer değil. Sokak, park, otobüs, metro, gece vakti kaldırım… Her biri bir kadının zihninde ayrı bir alarm.
Kadınlar için sokak güvenli mi? Bu soru yıllardır soruluyor, ama cevabı her yeni olayla yeniden şekilleniyor. Her hafta bir kadının öldürüldüğü, darp edildiği ya da kaybolduğu haberini görüyoruz. Fail bazen tanıdık biri, bazen tanımadığı biri. Gerekçe yok, ama bahane hep hazır. Kadının saati sorgulanıyor, giydiği kıyafet konuşuluyor, yürüdüğü sokak haber yapılıyor. Oysa mesele ne kıyafet ne saat; mesele o sokakların gerçekten herkese ait olup olmadığı.
Toplu taşıma araçlarında yaşanan taciz olayları artık haber değeri taşımıyor çünkü sıradanlaştı. Kadınlar kalabalıkta bile yalnız hissediyor. “Yanına oturma”, “kalabalıkta dikkatli ol”, “kısa yoldan git” gibi öğütlerle büyütülüyoruz. Bunlar tavsiye değil, hayatta kalma taktikleri. Kamusal alanın cinsiyetli olduğunu en çok kadınlar biliyor çünkü biz, bu alanlarda hep “izinle” var olabiliyoruz. Bize ait olmayan bir yerde geçiciymişiz gibi hissettiriliyor.
Gece yürüyüşü hala cesaret işi. Oysa yürümek bir ihtiyaç, bir hak. Ama biz yürürken anahtarı avuç içine alan, adımlarını hızlandıran, arkaya dönüp kontrol eden bir refleksle yaşıyoruz. Bu sadece korku değil, alışkanlık haline gelmiş bir savunma biçimi. Çünkü yaşadıklarımız, başkalarının başına gelenler, artık sadece haber değil; kolektif bir belleğe dönüştü. Her kadının zihninde “başına gelenler” değil, “başına gelme ihtimali” yer etti.
Kadınların kamusal alanda hissettiği tedirginlik, sadece güvenlik değil, özgürlük meselesidir. Çünkü korkuyla var olmak, eksik yaşamaktır. Biz sadece korunmak değil, görünmek ve özgürce dolaşmak istiyoruz. Sokakta yürürken başımıza bir şey gelmeyeceğinden emin olmayı değil, başımıza bir şey gelirse suçlanmayacağımızı bilmek istiyoruz. Bu fark, bir toplumun kadına nasıl baktığını özetler.
Son zamanlarda işlenen kadın cinayetleri sadece rakam değil. Onlar hayatı yarıda kalan, hayalleri çalınan gerçek insanlar. Her biri, toplumun bir aynası. Her biri, bu soruyu yeniden sorduruyor: Sokak gerçekten kimin?
Çözüm elbette sadece bireysel önlemler değil. Sokakları aydınlatmak yetmez, bakışları değiştirmek gerekir. Güvenliği artırmak önemli ama esas mesele, kadının “orada ne işi vardı” değil, “orada neden güvende değildi” diye sorulmasıdır. Çünkü suç, sokakta değil kadında aranıyorsa, adalet yerini bulmaz.
Ben bir kadın olarak sokakta yürümekten korkuyorsam, bu eksiklik benim değil, bu ülkenin. Ve bu eksiği gidermek yalnızca kadınların değil, hepimizin sorumluluğu.