13 Kasım 2022 Pazar…Saat 16.20… İstanbul İstiklal Caddesi. Bir bomba patlıyor, açıkçası patlatılıyor, 6 insanımızı yitirdik. İkisi ağır 81 insanımız da yaralandı.
Evlere, yüreklere ateşler düşüyor. O ateşler, yüreği sevgi ve şefkatle dolu olan insanlarımıza da ulaşıyor, yakmıyor, yakmıyor da, ah dedirtiyor, aşırı üzüyor, böyle insanları, yönetilmesi çok zor duygularla baş başa bırakıyor.
Bir Pazar eşinizle, çocuğunuzla İstanbul’un en canlı yerlerinden birine Taksim’e çıkıyorsun, mutlusun, umutlusun, bir daha geri gelmeyecek dakikaları, saatleri paylaşıyorsun. O güzel dakikaları istesen bile bir daha geri alamıyorsun, ancak evine de geri dönemiyorsun.
Nerelerde, kimler planladı bu ölümcül, vahşi olayı, kıyımı, kimler hazırladı bombayı, kimler tuzakladı?
Neyi amaçladılar, neyi hedeflediler, neyi elde edeceklerini sandılar? Halka korku salarak, yaşamak isteği ile dolu anneleri, babaları, çocukları öldürerek, amaçları her ne ise asla ulaşamayacaklarını, demokrasiyi, barışı, özgürlüğü, bağımsızlığı sağlayamayacaklarını, Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkamayacaklarını, durduramayacaklarını, Türkiye’nin evimiz, üstünde yaşayanların ailemiz, farklılıkların doğal zenginliğimiz olduğu gerçeğini değiştiremeyeceklerini artık anlamalılar katiller, katilleri yetiştirenler, silah ve maddi gücü sağlayanlar, kaçıranlar, affedenler, koruyanlar, kollayanlar, insan görünüp insanlık düzeyine varamayanlar.
Gerçek katiller yakalanan, gözaltına alınanlar arasında mı, yoksa çoktan yurt dışına çıktılar mı?
10 Ekim 2015 tarihinde, Ankara’da, Gar’da, iki canlı bombanın patlaması sonucu yapılan katliamı yaşamış birisi olarak daha çok soru üretebilirim.
Gazeteci ve yazar olarak çok zor hazırladığım yazıların birisi gerçekten bu.
Şiddetsiz Türkiye ve Dünya için çaba harcayan, bir gönüllü, bir emekli olarak kendimi, yaralanan, öldürülen, Taksim’de yürürken ölümü asla akıllarına getirmeyen çocukların, annelerin ve babaların yerine koymaya çalışıyorum. Onların aile bireylerini, akrabalarını, arkadaşlarını, sevenlerini, evlerine dönmelerini bekleyenleri düşünüyorum. Belki birkaç dakika, birkaç saniye önce aile bireyleri ile konuşmuşlardır. Bir yerlere oturup bir şeyler yemeyi, içmeyi hayal etmişlerdir. Belki oturmuşlar, yemişler, içmişler, masalardan mutlu kalkmışlardır.
Belki şunu da demişlerdir. “İstiklal Caddesindeyiz anne, birazdan eve döneriz.”
Düşünebiliyor musunuz, birkaç saniye, birkaç dakika önce cep telefonu ile konuştuğunuz oğlunuzun, kızınızın, torununuzun, kardeşinizin, damadınızın, gelininizin kısa bir süre sonra ölüm haberini alıyorsunuz. Dünya başınıza yıkılıyor, aman Tanrım ne dayanılmaz bir acı. Ne büyük bir şiddet.
Türkiye insanı, evinden gülerek ve umutla çıkan, ancak evine canlı veya sağlam olarak dönemeyen insanlarla ilgili çok örnekler gördü. Evinden umutla çık, evine değil, hastane odasına veya hastane morguna git. Buna da, insan denen, aslında vicdanı, aklı ve güzel duyguları olmayan birileri neden olsun.
Yazılarımı okuyanlar veya inceleyenler bilir sanırım. Sıkça, adaletin olmadığı yerde şiddetin olduğunu, şiddetin olduğu yerde de adaletin olmadığını yazarım. Toplumlar kalabalıklaştıkça, insanlar arasında iletişim kurmak, güzellikleri ve sıkıntıları paylaşmak, ağırlıkları birlikte omuzlamak, süreçleri birlikte yürütmek, adaleti sağlamak kolaylaşacağına zorlaşıyor.
Ölümde de adaletsizlikler yaşanıyor. Aslında ölümlerde de adaletsizliklerin insan soyunun varoluşundan itibaren yaşanmaya başladığını sanıyorum. Kavgalar, savaşlar, hayata doymamış çocuk ve genç nice insanı öldürdü, değil mi, sayısı belirsiz. Görüşüm şu. Üzerine bastığımız toprakta, gördüğümüz göllerde, denizlerde, okyanuslarda, dağlarda, ovalarda, canlı kanı, insan kanı kesinlikle var. Öldürülen sayısız insanın kanı, bedeninin parçaları.
Sağlıklı doğmak, sağlıklı büyümek, sağlıklı yaşamak ve ömrün bitince huzur içinde ölmek, her canlının, her insanın hakkı. Keşke hep böyle olsa.
Ancak, öldüren, üstelik silah, bomba ve başka aletleri kullanan, anne karnındaki cenin, bebek, çocuk, genç, kadın, erkek ayırmayan katiller, ölümde de adaletsizlik üretiyor.
Ne olur, sağlıklı doğsak, yaşasak ve huzur içinde ölsek, öldürmesek, öldürülmesek, ne olur. İnsanların arasında, bu kadar öldüren vahşi nasıl bulunabilir, hayret. İnsan kusursuz yaratılmış bir canlı diye bilinir genelde. Yine de, canlıların en vahşileri insanların arasında bulunuyor. Öldürenler arasında, anne veya kadın görünce çok şaşırıyorum. Nasıl olabilir, katiller arasında bir kadın, bir anne nasıl bulunabilir, değil mi? Ne yazık ki bulunuyor. İstiklal Caddesi katliamında da, zanlılar arasında başka ülkelerden gelenlerden bile olsa bir kadının bulunması, “şiddetin cinsiyeti yok” diyenleri haklı çıkarıyor.
Silahsız veya böylesine silahlı şiddetten nasıl kurtulacağız, nasıl korunacağız, bizleri kimler ve nasıl koruyacak?
Cinayet işleyerek, katliam yaparak, kan dökerek, anneleri, babaları, büyük anneleri, büyük babaları, çocukları ağlatarak, ne demokrasi, ne bağımsızlık, ne özgürlük, ne hak kazanılır, ne de adalet sağlanır. Bu katillere ortam hazırlayanlar, işbirlikçilik yapanlar, kaynak sağlayanlar, nasıl insanlar ki, insanlıktan çıkarlar.
Türkiye’yi yönetmek çok zor. Aslında çok kolay da, zorlaştıran içimizdekilerden bazıları.
Oysa, insana yakışanı, iletişim kurmak, şiddetten uzak, uluslararası ve ulusal yasaların yazdığı haklara uygun bir araya gelmek, örgütlenmek, herkesin içinde bulunacağı bir demokrasiyi, ardından adalet ve güvenliği sağlamaktır. Bunları yazmak, gördüğünüz gibi çok kolay. Çok kolay da, insan soyu milyarlarca yıldır bunları başaramadı, kan ve gözyaşının dökülmesine engel olamadı.
Türkiye, şiddetin daha da artmasından ve yaygınlaşmasından endişe duyulan ülkelerin kaçıncı sırasındadır acaba? Türkiye, siyasi görüş ve inanç farklılıklarının doğa zenginlik olduğunu kabul eden bir toplumsal yaşamın tohumlarını hızla atmalı ve bu tohumları hızla büyütmeli. Tohumları nereye atacak, elbette insanlarının beynine, aklına, vicdanına, yüreğine, bu tohumları nerede büyütecek, beyinlerde, akıllarda, vicdanlarda, yüreklerde.
Bu tohumların içinde sevgi olacak, hoşgörü olacak, şefkat olacak, saygı olacak, dostluk olacak. O zaman kavgalar, savaşlar, katliamlar olmayacak, bunlar olmayınca da barışa, barış kelimesinin kullanılmasına gerek kalmayacak.
Peki, sevgi, hoşgörü, şefkat, saygı ve dostluk tohumlarını insanlara kim ekecek, insanlarda kim besleyecek, kim büyütecek? Elbette biz insanlar, bizler, sizler.
“Emekliyim”, “işim saat altıda bitti”, “çalışma saatim dokuzda başlayacak”, “maddi durumum iyi değil”, “işçiyim, emekçiyim, memurum, işverenim, doktorum, avukatım, gazeteciyim, sanatçıyım, sporcuyum, öğrenciyim, ev kadınıyım, işsizim, gelirim az,…” gibi gerekçelere sığınıp tohum-insan ilişkisini güçlendirmekten kaçamazsın, kaçmamalısın.
Türkiye ve Dünyayı şiddetin sarmalından uzak tutacak gücün adı sadece devlet, hükümet olamaz. Gerekli olan asıl güçlerden biri yine insan kaynaklı. Gönüllüler, gönüllülük. Kimse, şiddetin önlenmesini başkalarından beklememeli.
Başkalarından bekledikçe, şiddet giderek artıyor, korku kaplıyor insanları, toplumları…Başkalarına güvenimiz azalıyor, soru işaretleri ve kuşkular çoğalıyor.
Sözel ağırlıklı şiddeti yapan, dil şiddetini kullanan siyasetçiler kimlerin arasından çıkıyor, insanların, onları dil şiddetinden sevgi ve dostluk diline yönlendirmesi gerekenler kimler, insanlar, başkalarına yalan söyleyen, hakaret yapan, iftira atan ve tehdit eden siyasetçileri “iyi”leştirmesi gerekenler kimler, insanlar, “iyi”leştirmeleri gerekirken dil şiddetini alkışlayanlar kimler, yine insanlar.
Farklılıkları doğal zenginlik sayan insanlar, komşuluklar, siyaset, devlet ve hükümet anlayışı, yüz yüze ve göz göze iletişim, demokrasi, adalet ve güvenlik konularında başarı sağlayabilmek, harika yaratılmış, oluşturulmuş Dünyamızın, yarınlarda Evrenimizin doğal zenginliklerini tüketmeden, üreterek, çoğaltarak paylaşabilmek, çok mu zor Tanrı aşkına, çok mu zor?
Elbette çok zor değil, değil de, işe nerelerden başlayacağız veya hangi yerleri nasıl ve ne zaman güncelleyeceğiz? Eğitim, sağlık, tarım, ormancılık, üretim, tüketim, şirketleşme, kooperatifleşme, ihracat, ithalat, kamu yönetimleri, yerel yönetimler, din işleri, siyaset, uluslararası ilişkiler,…
Her insan, bunlara birçok kelime ve deyim ekleyebilir. Çok zor, çok zor, olanaksız, bittik diyenler de çıkabilir.
Hayır çok zor değil, bitmedik, bitmeyeceğiz. Hiçbir şiddet olayı bizleri korkutamaz, bitiremez. Umudumuzu sonlandıramaz, sarsamaz. İnsan gücümüz çeşitli, dirençli, korkusuz, “Türkiye Evimiz” diyebilecek niteliklere sahip.
Eğer…evet eğer…
İletişim, örgütlenme, demokrasi, adalet, güvenlik ve eğitim gibi altı ana konuda bir aile gibi olabilirsek. “İstiklal Caddesindeyiz anne, birazdan eve döneriz” diyenler, gerçekten biraz sonra hastanede değil, evde olabilecekler.
Ne mutlu böyle bir yerde, ülkede ve dünyada yaşayanlara ve yaşayacaklara.