İSTANBUL SÖZLEŞMESİ, ŞİDDET, AİLE, KADIN, ERKEK… (5 ve Son )

Okuyanlar ve inceleyenler için belirtiyorum. Konu ile ilgili dört yazım 7, 14, 28 Nisan ve 5...

Okuyanlar ve inceleyenler için belirtiyorum. Konu ile ilgili dört yazım 7, 14, 28 Nisan ve 5 Mayıs 2023 tarihlerinde yayınlanmıştı. İstanbul Sözleşmesi ile ilgili yazımın beşinci ve son bölümünü sunuyorum.

Din ve Siyaset

Bilgi ve iletişim ortamındaki olumsuzluklarla hukuka uygun mücadele etmek, yalan, hakaret, iftira ve tehdit içeren, kendileri gibi olmayanları hedef gösteren yayınları önlemek gereklidir. İşbirliği içinde, Sözleşmede dile getirildiği gibi, çocuklar, anne ve babalarla eğitimciler arasında bağlar kurulmalı, cinsellik ve şiddet içeren yayınlarla nasıl baş edileceğine ilişkin beceriler geliştirilmelidir. Beceriler salt cinsel içerikli yayınlarla değil, tüm şiddet çeşitlerine karşı korunmayı, korumayı ve baş etmeyi kapsamalıdır. Eğer, hükümetlerin ve ülkelerin ana politikaları tam demokrasiye dayalı değilse, bu becerilerin geliştirilmesi ve hukuk alanında gerekli mücadelenin verilmesi süreçlerinde, sözde din kuralları ve siyasal gerekçeler gösterilerek bilimsel gerçeklere aykırı davranılabilir.

Böylesine aykırı davranışlar ve kararlar, siyasal güç veya yargı tarafından da alınabilir. Önemli olan, hukukun ve yasaların haklara aykırı düşmeyecek şekilde algılanması, uygulanması, kişi hak ve özgürlüklerine karşı yapılan yanlışların, iletişim organlarında, aynı yöntemlerle düzeltilmesi ve yargının ayırım gözetmeksizin hukuksal karşılığını vermesidir.

Siyasetçi, kamu yönetimi ve yargıda düzeltmeyi yapacak veya hukuktaki karşılıkları verecek insanlardan biridir. İnsanda, sorun varsa, insan olumsuz ön yargılı ise, konuya sözde din ve sözde siyasete göre yaklaşacaksa, hatta kararı, inancından ve siyasi görüşünden esinlenerek verecekse, uluslararası veya ulusal yasalar yeterli olmayacaktır. Ülkem ve Dünya, bu tür şiddet ve adaletsizlik etkisi yaratan işlem, eylem ve kararlara yabancı değildir.

Bu nedenle, her hukuksal konuda, savcılara ve yargıçlara verilecek yetkilerde çok özenli ve ayrıntılı davranılmalıdır.

Sözleşme, kadının, kendi isteği dışında cinsel ilişkiye zorlanmasının ve tecavüze uğramasının engellenmesi konusunda da devletlere yükümlülük getirmektedir. Evliliğe zorlamayı, istek dışı evlenmeyi suç saymaktadır. Kadının izni olmadan kürtajı, kadın sünnetini ve kadının çocuk sahibi olmasını engelleyecek ameliyatları suç kapsamına almaktadır.

İnsancıl İlkelere Uymayanlar

Böylesine insancıl ilkeleri uluslararası sözleşmelere alan ve imzalayan güzel yüreklerin varlığına karşın, Dünya’nın bazı ülkelerinde, kadın sünneti yapılmakta, kendi isteği ile cinsel ilişkiye giren veya tecavüze uğrayan kadınlar öldürülmektedir. Tecavüz eden erkeklerin değil, tecavüze uğrayan kadınların suçlandığı, tecavüzcüsü ile evlenmeye zorlandığı, evlendirildiği, kadınların taşlanarak öldürüldüğü bir ülkede mi yaşıyorsunuz? Gerçekten böyle bir ülkede iseniz, yaşamayı nasıl beceriyorsunuz, sizleri kutlamak gerekir.

Sözleşmeye göre, yardım ve yataklık yapmak da suçtur.

Bunca suçun işlendiği, güvenlik güçlerinin suçları engelleyemediği, yargı kurumlarının caydırıcılığı başaramadığı bir dünyada, ortak yaşam alanlarında, yardım ve yataklık dahil suç işleyen, ancak hukuksal karşılığı verilemeyen kaç insan bizimle birliktedir acaba? Sizin ülkenizde, her gün, farkında olmadan, kaç tane suçlu insanla aynı ortamları paylaşıyorsunuz, soru değil, düşünmenizi istedim sadece.

Zorla evlendirmeler, birçok ülkenin ve Dünya’nın utanılacak bir sorunudur. Bu nedenle, İstanbul Sözleşmesi, devletlere engelleme ve cezalandırma sorumluluğu vermektedir. Aslında vermesine gerek yoktur. Hatırlatmaktadır demek daha doğru olur. Tüm insanların uygarlaştığı, insanlar arasında vahşilerin kalmadığı, akıl ve vicdanın huzur içinde karar verdiği bir dünyada, belki sözleşmelere gerek duyulmayacaktır. Sözleşmeler, tarihteki onurlu yerini, kitaplıklarda, kütüphanelerde, müzelerde, afişlerde ve duvarlarda koruyacaktır.

Sözleşme, suçluları cezalandırmayı, hatta bazı durumlarda cezaları ağırlaştırmayı öneriyor. İnsan soyu, keşke, önce eğitmeyi, uyarmayı, adaleti sağlayabilseydi, suç işlenmeyen bir Dünyayı kurabilseydi, suçlar az ve cezalar ağır olsaydı.

Suçlunun kaçması veya serbest bırakılması halinde, mağdura bilgi verilmesi, Sözleşmenin önemli maddelerinden birisidir. Türkiye’de ve Dünya hapishanelerinde, böyle birçok kaçma olayı yaşandı. Cezaevinden kaçan bir suçlunun veya serbest bırakılan bir zanlının, mağdura hemen haber verilmemesi halinde yeni, hatta öldürücü bir suçu işlemesi olasılığı göz ardı edilmemelidir. Çünkü, böyle durumlarda yeni ve ölümcül suçların işlenmesi ile ilgili örnekler bulunmaktadır.

Sözleşmenin maddelerinden birisi, mağdurla zanlıların, mahkemelerde veya güvenlik güçlerinin binalarında birbirlerine yakın olmaması ile ilgilidir.

Ancak ülkemizde şöyle bir cinayet işlendi.

Olay, adliye binasında değil, bina dışında olmakla birlikte, tehlikelere karşı dikkat edilmesi gerektiğine ilişkin somut bir örnektir.

Duruşma bitmiş, mağdur, avukatı ve koruma görevlisi, adliyenin geniş avlusunda konuşuyorlar. Zanlı koca üçlüden uzakta bekliyor. Kadın, avukat ve koruma görevlisinden oluşan üçlüden hiçbir birisi çevre ile ilgilenmiyor. Zanlı uzakta. Ancak, üçlünün çevreye bakmadan, başka tehlikelerin olabileceğini düşünmeden sohbet ettikleri anda, yolun kenarında bir taksi duruyor. Genç bir insan, erkek, rahatlıkla üçlüye doğru yaklaşıyor. Üçlü derin bir konuşma halinde. Erkek, yaklaşınca silahını çıkarıyor ve mağdur kadını öldürüyor. Bu genç katil, erkek zanlının kardeşi. Çok üzüldüm. Çünkü, mağdur kadın, avukatı ve en önemlisi koruma görevlisi her olasılığı düşünerek hareket etmeliydi. Çok kolay bir şiddet ve cinayet.

Kadınlar ve Kendini Korumak

Onun için, kadınlara, annelere, şiddet olasılığına karşı, hep dikkatli olmalarını, kendilerini koruma yöntemlerini bilmelerini ve tuzağa düşmemelerini öneriyorum. Ülkemde, biraz dikkatli davranılsaydı, önlenebilecek birçok cinayet işlendi, birçok aydın öldürüldü. Hepimiz, şiddet olasılığından nasıl uzak kalabileceğimizi, kendimizi nasıl koruyabileceğimizi bilmek zorundayız, şiddet çeşitlerine göre korunmayı ve korumayı öğrenmeliyiz.

Sözleşmede, nasıl değişiklik yapılacağı, tarafların Parlamentoları ile ilişkilerine yönelik maddeler yer alıyor. Benim çok önemsediğim bir maddeyi en sona bıraktım.

Şiddet Suçlarında Arabuluculuk ve Uzlaşmak Olmamalı

Sözleşme, suçlarda, arabuluculuk ve uzlaştırmayı kabul etmiyor. Çok karşı olduğum bir uygulamadır, şiddet suçlarında arabuluculuk yapılması ve uzlaşma sağlanması. Şiddet suçlarında arayı bulmaya ve uzlaşmaya izin verilmemelidir. Şiddetsiz Toplum Derneği Başkanı olarak sürekli haykırıyorum, basına açıklamalarda bulunuyorum. Şiddet suçlarında af olmamalı, ceza indirimi yapılmamalı diyorum. Çünkü, ev içinde, aile içinde, erkeğin eşine veya birlikte olduğu kadına uyguladığı şiddet örneklerinde ceza indirimi, af veya uzlaşı sağlandığında, yinelenen şiddet suçu, genelde ölümcül oluyor. Suçların tümünün etkisi ve sonucu şiddettir elbette. Ancak, bedensel veya silahlı şiddetin sonucu ve etkisi çok daha ağırdır. Barıştırma ve uzlaşı, kadını, anneyi, eşi, daha büyük tehlikelere atmak demektir. Ülkemde, bu konudaki örneklerin sayısı, böyle bir algı ve yorum için yeterlidir.

Ancak, bazı anlaşmazlıklarda ve şiddet suçlarında uzlaşmanın gerekli olduğunu savunan hukukçular ve psikologlarımız da bulunuyor. Uzlaşmaya çok katı olmamakla birlikte karşı çıkarken, farklı görüşlerin de değerlerini biliyorum. İşte, uzlaşılması önerilen ve hedeflenen konularda, sorunun ve şiddetin artmayacağına güvence verilmesi, olası daha büyük tehlikelerin önlenmesi gerekir. Çok zor, ancak elbette olanaksız değildir.

Ne yazık ki, 2020 yılında ülkemde işlenen bir kadın cinayetini daha örnek olarak veriyorum.

Kadın, kocasının kendisine şiddet uyguladığını, öldürmek istediğini, boğazını sıkarak boğmaya çalıştığını belirterek karakola başvuruyor. İki tarafın aileleri de karakolda bir araya geliyor. Uzlaşı sağlanıyor ve herkes evine gidiyor.

O akşam, koca, karısını uyurken boğarak öldürüyor.

İşte bir uzlaştırmanın, arabuluculuğun hazin sonu. Uzman değilim, ancak beni etkileyen her konuda, görüş üretebileceğimi düşünüyorum.

Israrla, şiddet suçlarında uzlaşmanın, barışmanın, tutuksuz yargılamanın, ceza indiriminin olmaması gerektiğini haykırıyorum. Gerçekten bazı şiddet suçluları, uzlaşmadan sonra, bir daha suç işlemeyebilir, eşler şiddeti geride bırakabilir, mutlu yaşayabilir ve şiddetsiz bir aile ortamı sağlanabilir. Tamam da, iyi olasılığı düşünerek sağlanan barışmalar genelde ölümcül şiddet şeklini alabilir, alabiliyor. Biraz keskin olan bir öneride bulunuyorum. Benim bilgi ve anlayışıma göre, şiddet suçlarında uzlaşma olmaz. Bilim insanları ve uzmanlar, uzlaşmayı savunduklarında, her olasılığı, olasılıklara karşı alınması gereken önlemleri ve daha sonraki süreçlerin nasıl yönetilmesi gerektiğini, her fırsatta söylemelidirler.

Asıl önemli olan, aile veya başka yerde yaşanan şiddet sonrası, tarafların, güvenlik güçlerine ve yargıya gitmeden, arabulucu olmadan isteyerek, gönülden uzlaşmaları, şiddetin bir daha yaşanmamasıdır. Tarafların, şiddet sonrasında, kendi aralarında uzlaşmaları, şiddetin bir daha yaşanmayacağına güvence olamaz. Zor olan kararı, şiddet gören kadın vermelidir.

Ailede veya başka alanlardaki şiddetin engellenmesinin, sadece yasalardan ve hükümetlerden beklenmesi, güvenli ve tam doğru değil. Hep söylerim, yasalar, hükümetler, kolluk güçleri, yargı ve ceza uygulama birimlerinin varlığı zorunluluktur. Onların ana görevleri arasındadır şiddetsiz toplumun sağlanması. Yetmez, yetmiyor, yetmeyecek.

Yaşantım boyunca, Dünya’da konuşulmayacak ve tartışılmayacak hiçbir kişi ve kuruluşun bulunmadığını söyledim. İnsanların yüz yüze ve göz göze konuşmaları, tartışmaları ve şiddetsiz iletişim kurmalarını kararlılıkla önerdim, öneriyorum, önereceğim, savundum, savunuyorum, yaşadıkça savunacağım.

Böyle bir yöntemin, tek, ikili veya çok taraflı şiddet sorunu yaşayan insanlar arasında uygulanmasını şu aşamada öneremiyorum. Sadece şiddet olaylarında ve suçlarında öneremiyorum. Ancak, bilim insanlarının ve uzmanların, şiddet olaylarında tarafların yüz yüze konuşmalarına ilişkin mutlaka önerileri olmalıdır. Çözüm yöntemleri vardır. Olmalıdır. Birbirlerine veya birilerine şiddet uygulamış insanların bulunduğu toplumlarda korkarak, endişe ederek veya tetikte bekleyerek nasıl yaşanır, yaşanabilir, değil mi sevgili anneler? Sizler, her yerde ve uluslararası düzeyde birlikte olursanız, çözüm yöntemlerini daha kolay bulabilir ve uygulayabilirsiniz. Hükümetlerinize de uygulatabilirsiniz.

Haydi sevgili anneler, her yerde ve her zaman, saygı, sevgi, hoşgörü, dostluk ve barış için birlikte ve şiddetsiz!

Kendimden bir örnek vereyim.

8 Mart 2020 Dünya Kadınlar Gününde ve 10 Mayıs 2020 Anneler Gününde, bir erkek olarak, istemeyerek de olsa, bir kadına, çocuklarıma ve eşime şiddet yaptı isem, özür diledim. Hem de basının ve çok sayıda katılımcının önünde. Ancak af dilemedim, sadece özür diledim. Çünkü, şiddet suçlarında af olmamasını savunuyorum, yaşadıkça da savunacağım.

(Bitti)