İSTANBUL SÖZLEŞMESİ, ŞİDDET, AİLE, KADIN, ERKEK… (3)

Okuyanlar ve inceleyenler için belirtiyorum. Konu ile ilgili iki yazım 7 ve 14 Nisan 2023 tarihlerinde...

Okuyanlar ve inceleyenler için belirtiyorum. Konu ile ilgili iki yazım 7 ve 14 Nisan 2023 tarihlerinde yayınlanmıştı. İstanbul Sözleşmesi ile ilgili yazımın üçüncü bölümünü sunuyorum.

Silahlı Çatışmalar Ne demek?

İlginç maddelerden birinde, Sözleşmenin, hem barış ve hem de silahlı çatışmaların olduğu durumlarda geçerli olacağını belirtilmektedir. Biz, silahlı veya silahsız şiddetin sonlanmasını beklerken ve umarken, Sözleşmeyi hazırlayanlar ve imzalayanlar umutsuz görünmektedir. Bu yaklaşım, silahlı çatışmaların durmayacağı kaygısının önemli bir göstergesidir. Sözleşmeyi imzalayan ülkelerin bazıları silah üreticilerdir. Bu silahların içinde ağır olanlar da bulunmaktadır. Bu silahlar, geri kalmış veya demokrasiyi sağlayamamış ülkelerin devlet kuruluşlarına veya sivil şiddet örgütlerine satılmakta veya bağışlanmaktadır.

Şu yorumda bulunmak hiç zor değildir. Onur belgesi olarak algıladığım İstanbul Sözleşmesini imzalayanlar arasında, silahlı çatışmalara destek veren ve kaynak aktaran bazı ülkeler de, bana göre yer almaktadır. O ülkelerin devlet veya özel kesim kuruluşlarının ürettikleri, sattıkları, açık veya gizli verdikleri silahlar, daha çok insanın ölmesine, daha çok annenin gözyaşı dökmesine katkıda bulunmaktadır.

“Savaş halinde, silahlı çatışmalarda” gibi ifadeler, Uluslararası sözleşme ve bildirgelerde. sadece karşı çıkmak ve kınamak amacı ile yazılmalıdır. Sözleşmelerde, olasılık şeklinde bile olsa, savaş veya silahlı çatışma ifadeleri yer almamalıdır. “Barış ve silahlı çatışmalar” kavramları, iyi niyete dayalı olsa bile, İstanbul Sözleşmesinin ruhuna aykırıdır.

Demek ki, bu sözleşmeyi hazırlayan güzel yürekli insanlara göre silahlı çatışmaların yaşanması olasılığı çok güçlüdür. Bunun için olasılıklara ve varsayımlara dayanmaya gerek yoktur. Çünkü, yapıtı hazırlanırken, ülkem Türkiye’de, komşularımızda, sözde ve insan haklarına aykırı din kurallarına dayandırılarak yönetilmekte olan başka ülkelerde, silahlı şiddet toplulukları kan dökmeyi ve anneleri ağlatmayı sürdürüyorlardı.

Denizlerde, okyanuslarda ve büyük nehirlerde, ağır silahlar ve askerler bulunduran gemiler vardı. Bu gemilerin içinde, İstanbul Sözleşmesini imzalayan ülkelere ait olanların da bulunduğunu, sadece kaygı ile değil, üzüntü ve utanç duyarak yazıyorum. Sorun veya sorunların kökleri, ülkelerin topraklarında ve insanlarındadır. Bu nedenle, köklere ulaşmak, iyileştirmek ve silahlı çatışmaları önlemek çok zordur. Hep söyler veya yazarım, hiçbir zorluğun aşılması olanaksız değildir.

Çünkü, silahlı şiddet yanlısı bir insan, silahlı bir kişi, 80 yaşına yaklaşmakta ve silahsız olan benim gibi bir insanın algısına göre güçlü değil, çok zayıftır. Silahlı ve benden genç olan bir insana göre daha güçlüyüm. Büyük olasılıkla, o silahlı gencin yöneticisi ve kendisi, kin ve nefretle doludur. Ben ise, onlardan bile nefret etmiyorum. Onların “iyi”leştirilmeye ve sevgiye, benden çok gereksinim duydukları kanısındayım. İçinde sevgi ve umut olan bir insan, her zaman, içinde kin, nefret, kuşku ve korku olan bir insandan daha güçlüdür. Sevgi öldürülemez, öldürülememiştir. Ancak, kin ve nefret, şiddetsiz yöntemlerle engellenmiş ve yok edilmiştir.

Onur Belgesi

Temel hak, eşitlik ve özgürlüklerin korunması için her türlü önlemin alınması, ayırımcılığın olmaması, Sözleşmeyi “Onur Belgesi” yapan ilkelerden birisidir. Sözleşme üstelik, ayırımcılığın kınanmasını öngörüyor. Sözleşme öngörüyor da, yaşantımda, tüm toplumu kucaklaması ve farklılıkların güvencesi olması gereken, ancak siyasal alanda ve medyada kendisi gibi olmayanlara sözel şiddet, dil şiddeti yapan iktidar sözcüleri ve yönetimleri tarafından ayırımcılığın kınandığını çok fazla göremedim.

Peki, neyi gördüm?

Farklılıkları ile birlikte tüm halkın devlet başkanı, cumhurbaşkanı, başbakanı, bakanı, milletvekili, siyasetçisi olması gerekenlerin kusursuz, eksiksiz ayırımcılık yaptıklarını gördüm. Köşesinde yazan gazetecileri okudum, televizyonlarda konuşan bilim insanlarını duydum. Yalan, iftira, tehdit, hakaret, aşağılama, hedef gösterme gibi şiddet çeşitlerini üretenleri gördüm. Bilerek veya farkında olmayarak cinayetlere, kıyımlara ve katliamlara yapılan çağrıları duydum, okudum. Çağrıları duydum, evet, başka ne duydum. Kaygı, korku, utanç duydum. Ülkem için, insanlık için, çocuklar için, kadınlar için, anneler için, babalar için, erkekler için.

Başka?

Dünyanın ısrarla azınlık dediği, benim ise “kardeşim, yurttaşım, candaşım” diyerek bağrıma bastıklarım, yüreğime aldıklarım için kaygı ve utanç duydum.

Kınayan ve ayırımcılığa karşı çıkanlar olmadı mı? Elbette gördüm, okudum, duydum. Bazılarını yakından tanıdım. Kucakladım, ellerini sıktım. Gözlerindeki insan ışıkları yüreğimi aydınlattı, yaşama sevincimi ve umudumu artırdı. Bunların bir bölümü, ayırımcılığa karşı çıkmaları, şiddetsiz ve barış içinde yaşanması için mücadele etmeleri nedeniyle, silahlı şiddet çetelerince öldürüldü. Bu cinayetleri ve kıyımları düşünen, tasarlayan, öneren, planlayan, destekleyen, uygulayan, toplumdan, güvenlik birimlerinden ve yargıdan kaçıranların tümünün, hukuktaki karşılığını almadığını yaşadım. Böyle acıların adını koymak ve anlatabilmek kolay değildir. Yineliyorum, içimdeki duygular arasında kesinlikle, Ülkem ve insanlık adına kaygı ve utancın olduğunu söyleyebilirim. Yineliyorum, kin ve nefret asla yok sevgili anneler.

Erkek ve kadının cinsel yönelimi de insan hakları kavramları arasında yer bulmaya başladı. Sözleşme, cinsel yönelimi farklı olanlara değiniyor, Ancak, sosyal haklar, özel yaşam ve kadın-erkek ilişkisinde çağdaşlaşmayı sağlayamamış, bu konuların insanların özgür iradelerine bağlı olması gerektiğini özümseyememiş toplumlarda, farklı cinsel eğilimlerin algılanması ve yorumlanması çok uzun yıllar sorun üretecektir. Uzun yıllar, binlerce yılı bulabilir belki. Belki de on binleri, yüz binleri, bazı toplumlarda ise, o toplumlar ayakta kalırlarsa, milyonlarca yılı.

Sözleşme, insanları farklı cinsel eğilimlere yönlendirmiyor, sadece onların da haklar ve hukuk karşısında ayırımcılığa uğratılmamasını öneriyor. Bir gün, mutlaka, ülkemde de, sorun olan ülkelerde de, farklı cinsel yönelimlerin nedenleri ve sonuçları tartışılacaktır. Bu alandaki durum, sorunlar ve etkileri konuşulacaktır.

Kadının Güçlendirilmesi

Kadının güçlendirilmesi, Sözleşmenin önemli ilkelerinden birisidir. Bu ilkeye ekonomik güçlendirme dahildir. Burada, kadınların ve annelerin sürece katılmalarına kesinlikle gerek duyulmalıdır. İletişim, demokrasi ve adalet alanlarında sorun yaşayan ülkelerde, kadının, insanın güçlendirilmesi, salt hükümetlerden beklenmemelidir. Yaşarken, tanık olduğum gibi, kadının, sadece ev işleri ve çocuk yetiştirmekle uğraşması gerektiğini söyleyen çok kadın-erkek siyasetçi, kamu görevlisi, bilim insanı gördüm. Kadını, ülkemde, ev işleri ve çocuk bakımı ile sınırlandırmak isteyen kadınları, anneleri gördüğümde hayret ettim.

Bu konuda, ulusal ve uluslararası barış örgütlerine, hak savunucularına gönüllü görevler ve sorumluluklar düşüyor. Bu görev ve sorumlulukları salt onlara yüklemek, haksızlık, hatta bir şiddet çeşidi. Anneler, kadınlar, ulusal ve uluslararası hukuk kapsamında, yasal örgütler kurmalı, kurulmuş olanlara katılmalı ve “Biz de varız” demelidir. Haydi sevgili anneler, her yerde, her zaman birlikte ve şiddetsiz!

Hükümetler, ulusal, bölgesel ve yerel kuruluşlar ve sivil toplum örgütleri arasında işbirliği yapılması, gençlerin katkılarının alınması, hükümetlerin insan gücü ve maddi kaynak sağlaması ilkesinin Sözleşmenin kapsamına alınmasının nedeni çok açıktır. En küçük bir toplulukta bile bu ilkeye uygun davranılmadığı için sorunlar çözüme kavuşturulamamakta, hatta çoğalmaktadır. Bu konuda, ulusal ve uluslararası örgütlerin önderlik yapması zorunluluktur. Yetmez. Annelerin önderliğinde, ulusal ve Dünya genelinde kuracakları gönüllü üst birliklere çok büyük bir gereksinim bulunmaktadır. Bana göre, bu sivil ve gönüllü yapılar oluşturulursa, Sözleşmenin ilkelerinin gerçekleştirilmesinin düzeyi artacaktır.

Gençliğin sürece katılması ve katkılarının alınması ise Ülkemde her zaman yok denecek kadar az olmuştur. İstanbul Sözleşmesi dahil, ulusal veya uluslararası sorunlarda gençlikle ilgili dernek ve üst kuruluşlarının seslerini yeterince duyabiliyor ve yüzlerini görebiliyor musunuz? Ne yazık ki, hayır.

Türkiye’de, İstanbul Sözleşmesinin sadece kadınları ilgilendirdiği algısı egemendir. Oysa sözleşme, tüm toplum kesimlerini ilgilendiriyor. Medyada, sadece az sayıda olmalarına karşın, yürekli davranan kadınların alanlarda gösterdikleri şiddetsiz tepkilerine yer veriliyor. Üzülerek belirtmeliyim, şiddetsiz tepki gösteren kadınlar, güvenliği sağlaması gerekenlerden de şiddet görüyor. Şiddetin üstüne yeni şiddetler ekleniyor.

(Devam edecek)